VAN’dan EriVAN’a (1)
Önceleri Sarkis abiye ve Jaklin’e hadi beni Erivan’a götürün der dururdum..
Bu yıl da Erivan’da Edebiyatçılar toplantısı varmış. Gitmeye niyetlenmiştim defalarca ama bu bayram tatilinde fırsat çıktı. Jaklin’i(Çelik) ekeceğimi nerden bilebilirdim ki.
9-10 günlük tatili değişik bir yerde geçirelim dedik arkadaşlarla. Ama nereye?
-Ermenistan’a gidelim mi?
-Gidelim! dedik demesine de her kafadan bir ses çıktı bu kez. Bazı arkadaşlar
“Gürcistan’da keserler”, bir diğeri “mafya soyar bizi”, ötekisi “jenosit” berikisi “tehcir” dedi.
Ben ne anlardım jenositten, tehcirden, siyasetten politikadan. Hani şu NATAŞA
deyiminden (ki bu ismin asıl sahibine saygım var) olmasaydı çoktan gitmiştim oralara. Çünkü “sanat var oralarda” demişti birkaç aklı başında tanıdık. Demelerine gerek yoktu da zaten Ermenilerin genlerindeki sanatı, okuma yazması olan herkes (inkarcılar hariç)biliyor.
Korkulu cümlelere rağmen, Kafkaslardan Van’a göç etmiş bir BIRUKİ’li ile, yıllık adrenalin stoğumuz olur diye inatla gitmeye karar verdik ve bayram sabahı kuzeye yöneldik sınırın kenarından. Solumuz Türkiye, sağımız Ermenistan toprakları. Hani sınır kapıları açık olsa 3 saat sonra Erivan’dayız ama ne arar kuzeye Posof ilçesinin Türközü köyüne kadar sınırı takip ettik adeta.
Korku var ya, günlük giysilerle az bir parayla (Onu da oramıza buramıza saklayarak), sakin ve temiz Gürcistan sınır kapısını geçtik. Bir taksiye bindik şoför gürcü, Türkçe biliyor, yine sınır sağımızda, bu kez güneye doğru ineceğiz. 3 saat ağaçlıklı ve berrak bir nehiri takip etti yolumuz. Köyler var, kasabalar var ama suyun rengi hiç değişmiyor mavi ve berrak.
Yol kenarında, nehirde, nehir kenarında 3 saat içinde bir poşet, bir naylon, bir çöp parçasına rastlamadım… Biz tedirgin şoför çok rahat…
Ermenistan’ın Pavra sınır kapısına gelmek üzere iken, tereddütümü gidermek üzere sordum şoföre;
- Biz buralara gelmeden önce bizi korkuttular, mafya, soygun, dayak dedi bize bazı arkadaşlar.
Şoför güldü elini attı cebine kartını uzattı;
-Bak kardeşim bu benim kartım. Gerek burada(Gürcistan’da) gerek Ermenistan’da en ufak bir rahatsızlığınız olsa beni arayın. O laflar ahlaksızların işi. Buralara ahlaksızlık için gelenlerin söyledikleri şeyler. Bunlara inanmayın, buyurun zaten göreceksiniz. Niyetiniz ne ise niyetinize göre muamele görürsünüz. Bu dünyanın her yerinde böyledir. Siz dünya görmeye sanat görmeğe gelmişsiniz, siz sanatçı ve sanatla yüz yüze gelirsiniz, ama uçkur için gelenlerin de uçkurla karşılaşması doğaldır tabi ki.
Aklıma Kürtlerin “Mêr, mêra nîyasin.” tabiri gelmişti.
Ermenistan’ın Pavra sınır kapısındaki görevlinin pasaportuma bakıp, “Oooooo Enver paşa, hoş gelıpsen” demesi ürkütmüştü beni…
Yıllar önce İran a birkaç arkadaşla gittiğimizde Ömer ismindeki bir arkadaşa da aynı tepki, verilmişti... “İnşallah Erivan’da da bu başıma gelmez” demiştim içimden. Yanılmışım.
Van’dan, 12 saat sonra Gümrü’ye varmıştık. Hani şu okullardaki tarih derslerinden, hatırlayacağımız GÜMRÜ ANTLAŞMASI veya Erzurum, Kars Gümrü Demir yolu yada yıllarca sempatizanı olduğumuz, sovyet sosyalizminin ismini LENİNAKAN diye değiştirdiği kent. Tarih bilgisi olanının da Selahatinin (Eyubi) babasının diyarı Şirak bölgesi GÜMRÜ.
Gümrü’deki düz ayak pırıl pırıl otelimize (BERLİN OTELİ) karanlıkta varmıştık. Kapısından daha adımımızı atar atmaz yüzümüze gördüklerimizle sanatın rüzgarı çarpmaya başlamıştı. Hani kedinin ciğere baktığı gibi değil de şöyle bir yan gözle baktık salondakilere, görmemişlik yapamazdık.
Sabah kavatlısından sonra attık kendimizi dışarı… Düzayak bir kent. Yani çok katlı binaları yok ama şehir adeta bir taş binalar müzesi gibi. Sokakları taş, kaldırımları taş, binaları rengarenk yontma taşlardan. Sokaklar sakin ve pırıl pırıl.
Mihmandarımızdan öğrendik, binalar 1800 yıllardan kalma. 1988 yılına kadar bu kentte her şey yolunda iken bir deprem ve peşinden de Sovyetlerin çöküşü bir karabasana dönüşmüş bu kentte. 1988’de nüfusu 500 bini aşan bu tarihi, tertemiz antik şehirde aradan geçen onca yıla rağmen şimdi 150 bin kişi yaşıyor.
Çarşıda gezerken kulaklarınızı (Ermenice’yi duymamak için) kapatsanız tarihi binalarından da olmazsa kendinizi bir Van’da, Muş’ta veya Erzurum’da sanacaksınız. Bilhassa erkekleri bizlerle aynı. Ama kadınları bakımlı, hepsi hayatın her yerinde varlar ve hepsinin okumuş olduklarını anlıyorsunuz, çöpçü olanı bile. Alt yapı gibi Sovyet kalıntısı mı desem, hayır etkenler bize göre çok faklı.
Devamı Gelecek…
Gümrü’deki, cadde ve sokaklarda 1800 yılların başlarından ve ortalarından kalma rengarenk yontma taş binalarıyla antik bir kent görünümünde gördük. Ama gelin görün ki, bu antik kent 1988 yılında 500 bin nüfusa sahipken gördüğü depremle, peşinden de Sovyetlerin çöküşü ile zorlu günlerle karşı karşıya kalmış. Kent insanı dağılmak zorunda kalmış, şimdi 150 bin insan sakin bir hayat yaşıyor. Çoğu da anılarını terk etmek istemeyenler.
Binaların duvarları oyma renkli taşlardan.1800’lü yıllarda beton olmadığı için damları bizim bildiğimiz ağaç döşeme tarzı yapılar. Depremde damları çökse de duvarları çoğunlukla ayakta duruyor. Kimi terk edilmiş, kiminde ise anılarını yaşatmak için hala bu evlerde oturan yaşlılar var.
Gümrü’nün eski evlerinden biri. Gümrü’lü Ermeni şair H. Şirazi’nin anısına yazarın adı ile müze haline getirilmiş. Sevilen Ermeni şair hakkında bilgim yoktu. Şairin eserleri arasında sergilenen ve 10 dile de çevrildiği söylenen SÎYABEND Û XECÊ kitaplarını sizinle de paylaşmak istedim. Kürt aşk destanlarından olan Siyabend û Xecê’nin destanı Kürtler arasında da çok bilinen ve sevilen, dengbêjlerin uzun kış gecelerinde söz ve stran şeklinde anlatımlarıyla gözyaşları zapt edilemezdi. Şairin kalbinin ölümünden sonra, vasiyeti üzerine Ağrı dağı eteklerindeki bir yere gömüldüğünü söylediler.
Bu şaheser taş binaların ŞORATAN’ları (oluk) bile usta ellerden çıkmış. Eskisini yenilediklerinde bile eskisinin replikesini (aynısını) yapıp yerine koymayı alışkanlık haline getirmişler.
Gümrü’deki bir sokakta kaç yıllık olduğunu merak edeceğiniz antik bir kapıdan tutun, onlarca heykel ve yapıya rastlamanız kaçınılmaz.
Taşı peynir gibi işliyorlar. Her yerde taşı çok güzel işliyorlar. Duvarlardan ve bir çeşmeden örnek.
Bana ne balığın isminden. Simsiyah, burnu uzun bir balıktı işte. Yardılar bize, bildiğimiz tandırda pişirdiler. Ömrümde ilk havyarı tattım, nar şarabı ve votka ile. Anlatamam tadını ikisinin de, Yaşar Kemal değilim tasviri ve tadı anlatmakta. Lokanta ahşaptan mütevazi bir yer ama tadını ve o mütevazi havasını anlatmaya gücüm yetmez benim. Yetenler, anlatabilecekler buyursun. Siyah balık da havyar da orada, Gümrü’deki üç karışlık mütevazi bir vadide duruyor.
Mihmandarımız Lusine Manukyan ile hemşeri çıktık. Birlikte yolculuk ettiğimiz Van’ın BIRUKİlerinden Azat’ın ailesi, Ermenistan’ın Xorguli köyünden Van’a göç etmiş. Lusine’nın ailesi ise Van’ın Elmalı köyünden Ermenistan’a göç etmiş. İnsanlar cana yakın, selam veriyorsunuz evlerine davet ediyorlar. Bizi tanımadığı halde evine davet edip çay meyve ikram eden SİRANUSH hanım da ERCİŞli. Annesinin ismi Gülizar babasının ise Melko. Ercişlilere selamımı ilet dedi bana. Daha sonraki günlerdeki gezimiz sırasında Türkiyeli olduğumuzu öğrenen Ermeniler de, Horasanlıyım, Muşluyum, Bitlisliyim, Sasonluyum, Elbaklıyım diyenler olduysa da Vanlıyım diyen çok insanla karşılaştık, hemşeri gibi el sıkıştık.
Gümrü Belediye Sararı ve Antranik Paşa heykeli
Bırakın sokakları caddeleri, fakirinden zenginine hangi eve girerseniz girin muhakkak ama muhakkak piyanosundan tablosuna, biblosuna, mobilyasına kadar antik denilecek güzellikleri bulabiliyorsunuz.