Medo
Medo; Esas adı Medine’dir. Ama hani Kürdüm ya “o”suz isim olmaz diye ben de onu hep MEDO diye çağırırdım. Sudan çıkmış balık misali, o yıllar Hakkari’nin köyden zorunlu göç yolu ile şehre gelen öksüz ve yetim bir kızdı.
Medo, abisiyle şehirde yaşama tutunmaya başlar. Daha yaşam filmi başlamadan kısa bir müddet sonra bir kör gecede abisi Zap Suyu’nun üstündeki asma köprülerden birinde kör kurşunla vurulur. Medo yengesi ve yeğenleriyle yalnız kalır. Yengesine ve abisinin küçük çocuklarına bakabilmek çalışmaya, yönettiğim kilim kursuna kilim dokuyucusu olarak gelince tanıştık. Kendisini zorlayarak o güzel şivesiyle çok güzel bir Türkçe ile konuştuğu için, bende hep onunla Türkçe konuşurdum. Daha 18 yaşına girmemiş, minyon tipli, çok çalışkan bir kızdı. Ama bu naçarlığı yüzünden karamsar, bunalımlı ve çok sık ağlardı. Hem ağlar hem de hızlı bir şekilde kilim dokurdu. Bazen çoğu ağıt olan stranları seslendirirdi atölyede. Sesini çok yükseltmezdi ama sanki tüm kızlar o şarkılarda kendileri bulurdu. Atölyede sadece onun sesi duyulurdu. Göz yaşlarıyla bitirdiği strandan sonra her of çekişi yüreğimi yakardı. Bilerek hep önce kendisine kızar sonra da, “Güzel kız önünde çok güzel yılların var.” diye teselli ve nasihatler ederdim… O ve onun yaşıtlarının çektiklerine şahit oldukça sık sık yastık ıslatır olmuştum...
Bu yeni deseni ben çizmiştim Medo da dokumuştu o yıllar.
Kader bu ya, sonra ben de şehir değiştirmek zorunda kaldım. Bir müddet sonra da MEDO’nun Çukurcalı asgari ücretle çalışan helal süt emmiş biriyle evlendiğini duyduğumda çok sevinmiştim. Medo da evinde kilim dokuyarak aileye katkıda bulunuyormuş ve hala devam ediyor dokumaya.
Yıllar geçti aradan…
Bundan birkaç gün önce telefonum çaldı açtım, beni arayan Medo’ydu. O güzel sesi ve kendisine has şivesiyle. Hâl hatır sorduktan sonra; “Hocam benim kızım TIP fakültesini, oğlum da Van Fen lisesini kazandı” müjdesiyle, boğazımda kocaman bir yumruk hissetim, dolan gözlerimle fazla konuşamadım. Medo’yla aynı kaderi paylaşan, atölyedeki göçzede köylü kızlarından Cemo, Şazo, Shê, Fato, Werîna, Zülfê, Eyşo ve onlarcası bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti gitti.
O yıllar Medo, kızlarım ve ben.
Dün Medo’yu ben aradım hal hatırdan sonra, ona, “Bak Medokamın, abin olarak sana söz veriyorum, seninle karşılaştığımda o tatlı yanakların yerine zorla da olsa ellerinden öpeceğim vallahi. Bana bizlere iki yeğen büyüttüğün için değil büyük bir fedakarlıkla eğitip yetiştirdiğin için. Çünkü sen bunu fazlasıyla hak etmişsin” dedim. O Estağfurullah’ları peş peşe sıraladı.. Ama dediğimi yapacağım, çünkü hak etmiş MEDO
***
Hani hakkını vermemezlik yapmayım. Devlet baba Ankara’dan bazen güzel işler yapmıyor değil. Mesela bir vali ile güzel işlere başlanılıyor ama ondan sonraki vali illa da onu istemiyor ve kendi bildiğini doğru sanıyor. Burun büküyor o güzelliklere. Medo’ların döneminde İl Özel İdareleri çok çok güzel düşüncelerle çok yerinde ve isabetli (Kilim dokumayla istihdam) çalışmaları başlatmıştı. Başlatmıştı başlatmasına ama kurdukları atölyeleri Liyakatlısı yerine kalite, kültür, malzeme ve gereksinimleri ile birlikte siyasi parti istekleri, dost ahbap veya akrabalık ilişkileriyle bilgisiz ve yeteneksiz insanların eline verildi. Yeni yaşama uygun tasarımlar hiç düşünülmedi, Eski otantik, antik desenler yerine, uyduruk yoz kilimler üretildi. Kalitesiz, yağlı fabrikasyon ipliklerle acele acele dokunan kilimler, hem de “devlet güvencesi” garantisi ile satışlara çıkarıldı ama uzun sürmedi. Yenilik ve kalite olmayınca sürüm, sürüm olmayınca da döngü olmadı. Tabi sonuç kaçınılmaz olarak hüsran oldu.
Şimdi bazen duyuyorum halen kilimi, kilim kültürünü, ipliği, dokumasını, boyasını bilmeyen insanlar iyi niyetli üst düzey yöneticileri kendi kişisel çıkarları doğrultusunda ikna edip, büyük meblağlı demir yığını makinelerle kilimi sözde ayağa kaldırma çabası içindeler. Ki bence genç kızların ilmik ilmik dokuyup satılmayan o çeyizlikleri olan kilimi ayağa kaldırma yerine, çarmıhlayarak duvara asacaklar bu bilinçsiz çalışmalarla.
Hayır, hayır kilim dokuma gereksinimlerinde şefkat ve merhametin dışında pahalı veya ucuz hiçbir makinenin faydası ve yararı olmaz.
Hisaş fabrikasının binası yeniydi ama içindeki makanaları eskiydi. Başka yerden sökülüp getirilmişti. Yıllarca bekledi sonunda hurdacıya satıldı galiba.