Van’da kadim Ermeni sanatı
İran’da Tahran’dan, ŞİA’ların haclegahı Afgan sınırındaki Meşhed’den, rüyalar kenti İsfahan’ın Nefs-i cihanına, Irak’ta ki Musul’a kadar gittiğim kentlerdeki bedesten ve arastalarda gezerken vitrinlerde gördüğüm siyah işlemeli antik gümüş parçalarını satanlardan “menşei” sorduğumda hemen büyük bir güvenle antik parçayı adeta elleri titreyerek gösterip “Aaha gör Van Ermenisi damgasını” diyerek güven vermeye çalıştılar. Bunun üzerine ben de onlara övünerek “Van’da oturduğumu” belirterek daha çok gururlanıyordum Van’daki TENEKECİ İSMAİL’in çocukları olan SAVATÇI arkadaşlarımla. Erivan’da bırakın arasta bedesten ve dükkanları, açık hava kilim ve halı pazarında bile Van damgalı Ermeni savat parçalarını değil satın almayı seyir etmek, bakmak bile büyük bir zevkti benim için. Saatlerce ayrılamamıştım o güzel pazardan.
Savat: Bakır, kükürt, gümüş ve kurşunun sır gibi saklanan belirli miktarlarda eritilip elde edilen siyah bir maddedir. Daha sonra saf gümüşe çelik bir tığla çeşitli desen ve motifler oyularak, oyulan yerlere bu siyah maddenin monte edilmesiyle oluşan güzelliğe SAVAT İŞÇİLİĞİ denilir. Okuduğum birkaç kaynakta 1915’e kadar Van’da Ermenilere ait 120 ile 150 civarında gümüş savat işlemeciliği atölyesi vardı. Bu güzel sanatla insan ihtiyacı ve süs takısı olan eşyalardan köstekli saatlerden tutun, tütün tabakalarına, bilezik kemer ve tepelik toka gibi kadın süs ve çeşitli mutfak eşyalarına kadar büyük bir maharet ve ustalıkla işlemişler Van’daki Ermeniler yüz yıllarca.
İstanbul’dan Tahran’a, Şam’dan Bağdat’a kadar da zengin, kethüda ve saraylardan siparişler almışlar. Onun içindir de ünleri de bu güne kadar unutulmamış ve unutulmayacağı gibi, dünkü Vanlı hemşerilerimizin yaptıkları bu güzellikleri ANTİK’li mekanlarda görüp hayranlıkla izleyeceğiz çocuklarımızla ve torunlarımızla yıllarca, inanın.
Aklımda kaldığı kadar Van’da şimdiki Kent oteli civarında tabelasında “bin bir çeşit” yazılı Yahudi Muşê’nin dükkanın biraz ötesinde de tüm Vanlıların bildiği ve tanıdığı o günün revaçta mesleğini yapan TENEKECİ İSMAİL’in dükkanı vardı, hatta kurnazlığı ile de bilinen İSMAİL ustaya TİLKİ İSMAİL denildiği de olurdu. Çok zeki ve birikimli biriydi ki şeytanı şeytana taşlatırdı desem mübalağa etmemiş olurum. Daima bağıra bağıra konuşur çok ciddi konuşmalarına hep espri katmadan edemezdi. Gevdan Hasan ona burada yazamayacağım başka bir lakap takmıştı ki ikisinin gürültülü sohbetlerinde bulunmaya can atardım desem yeridir. İşte bu tenekeci İsmail efendi hem tenekecilik yapıyor hem de ülkemde akıl dışı, sihirli, sırlı ve şifreli defineci camiasına da el atıp bazen harita ve taş üstü şifreli işaret uzmanlığı ve hastalığı maceralarına katılırdı günlerce. Geceleri sabaha kadar kazmayla köstebekvari kazılara katılır, bazen de köyden köye hayal gibi süzülüp maceralı yolculuklarla köylüden aldığı antik parçaları çok kez patika yollarla üç gün içinde getirip MÜZE’ye teslim ettiğinde de yüzü hep bir tuhaf gülerdi. İşte bu çok maceralı antik çalışmaları sırasında çeşitli güzelliklerdeki SAVAT’lı gümüşleri babalarında gören Metin ve Erdal da bu mesleği yapmaya karar verirler nasıl olsa tenekeyi istedikleri gibi eğip büküp şekillendirip lehimini de biliyorlardı. İşte ikisinin de SAVATLI GÜMÜŞ merakı böyle başlamıştı.
İşte bu tenekeci İsmail’in çocukları olan ERDAL ve METİNİ 1970’li yıllarda tanımıştım. Ben fotoğraf atölyemdeki fotoğrafın oluşumunu sağlayan ve fotoğraf kartlarından ışık görmemiş SAF GÜMÜŞ eriyikleri sıvısını Erdal’la Metine satıyordum. Onlar da gümüşlü eriyiği ayrıştırıp saf gümüş elde ediyorlardı. O yıllarda aklımda kaldığı kadarıyla savatın formülünü bulabilmek için 4-5 yıl çok masraflı bir uğraş vermişlerdi ve nihayet bir görüşmemizde yüzlerinin güldüğünü görmüş ve sormuştum. Bunun üzerine Erdal hiç konuşmadan bir dolaba yönelmiş ve çekmeceden çıkardığı birkaç bileziği önüme koymuştu. Gördüklerime inanamamış ve Erdal’dan yeminli onayı alınca da çok sevinmiştim. Çok çok beğendiğim ilk savatlı bilezikleri hayranlıkla uzun uzun evirip çevirip inceleyip beğenmiştim. Tabi bu güzelliğin önce Van’a tabi ki sonra da Erdal ve Metin Binici kardeşlere vereceği maddi ve manevi kazanım ve faydalarını da tahmin etmiştim. Ve öyle de oldu. Kardeşlerce SAVATLI VAN GÜMÜŞÜ ile bir gözü kehribar sarısı bir gözü Van gölü mavisi beyaz ENDEMİK VAN KEDİSİ ile BİRLEŞTİRİLEREK VAN KALESİ YOLUNDA ARUBANİ (Urartularda ana tanrıça) ARESTASI OLUŞTURULUP YÜZ AKLIĞIYLA Van’a gelen misafir ve Turistin hizmeti için açılmıştır. Ticari kazanımları da olacak tabi.
İsmail Binici’nin tenekecilik yıllarından (Hangi fotoyu beğenirseniz.
Savat ustası Erdal binici savat yaparken.
Hazırlanan savatlı bilezikleri Metin Binici son kez kontrol ediyor.
Atölyedeki küçük ve dizim işlerini yapan çırak kızlar.
Önemli işlerden biri olan ve gümüşü çelik kalemlerle gümüşe desen işlemektir, uzun yıllar bu işi yapanların el parmakları değişime uğrayabiliyor.
Yine atölyelerdeki zor işlerden biri de kakmacılık sanatıdır. Atölyede kakma yapan usta.
Kakma ve savat işli gümüşler.
Savatla işli eski ve yeni parçalar.
Eski savatlı bir gümüş tabakada VAN imzası.
Usta kardeşler savatta büyük bir ustalık gösterdikleri gibi son yıllarda altınla gümüşü birleştirip, çeşitli tarihi değerlerle Van’ı tanıtmada büyük başarı göstermişlerdir.
Van kedileri.
Kale yolu üzerindeki Arubani Arestası içindeki kedi evi.
Van Kalesi yolundaki sanat arestası binası olan ARUBANİ BİNASI