Tüzel, Bakanlık Reddi ve Ötesine Dair!
Malum, ülke 1 Kasım 2015 seçim sonuçları itibariyle yüzde elli oy ve 317 vekille altı aylık “ara iktidar” dönemini “hiç yaşanmamış” sayarsak 13 yıllık AKP İktidarıyla bir dönem daha yaşayacak! Ben bu yazımda “Başkan’ın Kabinesi”ni yazacak değilim. Hoş zaten yazılacak tarafı da yok. Önceki “film şeridi” yeniden zuhur etti gibi bir şey!
1 Kasım seçimlerine kısa bir süre kala yasa gereği oluşturulan “geçici seçim hükümeti”nin oluşumu esnasında yaşanan bir olumsuzluğa dair “kırgınlıkları” aşma amacıyla bu yazıyı yazma gereği duydum.
Malum Kasım başında İstanbul’daki TÜYAP Kitap fuarındaydım. Fuarın ilk günü Mülkiyeli arkadaşım yazar, eleştirmen dostum Tahir Şilkan’la birkaç saat birlikte fuarın havasını teneffüs edip, hayli lafladık.
Tahir Şilkan arada; “Abi ya hu! Seçim Hükümeti esnasında Levent Tüzel’in bakanlığı kabul etmemesi üzerine yazdıklarının dozu biraz sertti, keşke yazmasaydın” dedi. Dilim döndüğünce Tahir’e yazma nedenimi anlattım ve hâla yazdıklarımın doğruluğunu ve dahi arkasında olduğumu da!
Sonra Diyarbakır’a döndüm. Ve geçtiğimiz hafta Demokratik Toplum Kongresinin Genel Kurulunda kahve arasında Evrensel Gazetesinin emekçilerinden Cumhur Daş’la ayaküzeri sohbet ettik. “Aynı konuyu” Cumhur Daş’da açınca! Anladım ki “o cenah”ta Levent Tüzel’in geçici hükümetin bakanlığını ret etmesi meselesi üzerine yazdıklarım arkadaşlarımızı üzmüş.
Her iki arkadaşıma da anlattım. Ben tabii ki EMEP’li arkadaşların ve dahi Sayın Levent Tüzel’in meseleye “Emek perspektifi” açısından baktıklarını, onlar için vekillik, bakanlık, koltuk meselesinin asla belirleyici olmayacağını bilenlerdenim.
Fakat bu meselenin bir yönü! Diğer yönü ise böyle bir “ortaklık” ya da “paydaşlık”da işin hukukunu kurarken zorunlu olarak kimi ortak paydalarda buluşmayı beraberinde getiriyor.
Anladığım kadarıyla kamuoyunda “yetersiz bilgilenme” var. Çünkü arkadaşlarla da konuştuğumda bilgi eksikliğinin söz konusu olduğunun farkına vardım. Ve kendilerine de anlattım.
Levent Bey, parlamento grubunun da içinde yer aldığı parti meclisi toplantısında HDP’nin iki eş başkanı nasıl “biz hariç” dediklerinde, çıkıp “ben de hariç, 77 vekili dikkate alalım” diyebilirdi. Bunu dillendirmemesi en baştaki eksiklik! İkinci şık ise HDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş Almanya’da sabah açıklama yaparken “78 arkadaşımızdan hangi üçüne öneri gelirse göreve hazır olacaklar” ifadesi ekranlara ve haber kanallarına düşerken! Benzer ifadeleri de aynı günün sabahı televizyon haberlerinin birinde Levent beyden de kamuoyu duymuştu.
Dolayısıyla dört saat sonraki bakanlık reddi sahiden o tarihte HDP’yi zora sokmuştu. Ve üçüncü bakanlıkla temsiliyet hakkı kaybedilmişti.
Peki, durum buydu da, sonrasında ne olmuştu. Üzerinden yirmi gün geçmeden bakanlık görevini kabul eden iki HDP’li vekil de artık dayanamayacaklarını dile getirerek bakanlıktan istifa etmişlerdi. Doğrusu o günlerde de dillendirdim. Onların yaptığı da o şekilde olmamalıydı. Ya Cizre kapısından polis marifetiyle geri döndürüldüklerinde çekildiklerini açıklayacaklardı! Ya da ne bileyim, meclisin önünde çadır kurup dünya-âleme şikâyet mi ederlerdi! Yoksa “avrupa yasağı”nı hiçe sayıp inadına kendi paraları ile Avrupa Parlamentosunun önüne gidip orda mı istifalarını dillendirirlerdi. Bir yolu bulunmalıydı.
Çünkü o şekilde bir basın toplantısı ile çekilmeleri aslında Levent Tüzel’in yöntem olarak yanlış tavrını tersten doğrulayan bir hale dönüştürmüştü işi…
Sonuç olarak, açık alan siyasetinde; hele hele referansını “Hak savunuculuğu, mağdurun, mazlumun sorunları için politika yapmak, emek mücadelesini savunmak” üzerinden dile getiren “bizim mahallenin” siyasetçileri için elbette ve çok iyi bildiğim gibi; ihtiras, koltuk, vekillik, para, pul, ihale, iş takibi gibi say sayabildiğin kadar asla ve asla söz konusu bile değildir.
Referansı “halk” olanın derdi, bihakkın halkın temsiliyetidir.
Dolaysıyla bu tür eleştiriler dosttan-dosta eleştirilerdir. Asla başka bir meramı yoktur.