Güpegündüz katle ferman
Telefonun öbür ucundaki ses “O avukat olan başkanı vurdular” diyordu.
Söz ettiği kişi Tahir Elçi’den başkası olamazdı.
Gün ortalarıydı.
Sonbahar’ın ve Kasım’ın son cumartesi günü…
Ankara’dayım.
Yine Kürdistan’dan kara haber tez yayılıyor.
Malum teknoloji çağındayız. Uyku öncesi ve sonrası az internette dolaşmak gerekiyor. Havadisleri sıcağı sıcağına öğrenmek, güncelden haberdar olmak için.
Bu kez 90’lı yılların başında beyaz Toros’larla gelip özellikle Amed’i cinayetlere boğan şebekeye karşı çarpışan, halkların hakkını savunan o korkusuz adam aynı şebekenin yeni türünün hışmına uğramıştı.
Ve katledilmişti Tahir elçi.
“Bir kere olsun kutsallığının adına önüne geçseydin bu cinayetin Tanrı” diyesiniz tutuyor.
Diyemiyorsunuz. Sorgusuz sualsiz kalıyorsunuz.
Kan, sırasını kaybetmeden yüreği insan kokanların damarından çekiliyordu.
Kan, git buralardan diyordu.
Buralardan, el ayakaltından çekil.
Sen “Barış” diyemezsin. Sen “Barışa Elçi olamazsın” diyorlardı.
Darlanıyor insan böyle günlerde. Öfke duymak istemiyorsunuz bu katil takımına. Sadece sormak istiyorsunuz. Neden?
Amed’in tarihini ayaklarından vuranlara insan gibi seslendiği için mi?
Yoksa dağları mesken eden Kürt çocuklarına “terörist” demediği için mi?
Ama soramıyorsunuz…
Kayıplardalar, karanlıklardalar…
Görünürlerdekilerde çelikten muhafazalılar.
Muhafaza!
Devlet mekanizmasının tüm varlıklarıyla yapılan şey.
İnsan olana “git” diyen organizasyon.
Beladan da bela olan…
Diyorum ki; O terli toprakların, yaralı dağların arasından bir dağı çekip götürmek babayiğitlerin işi olamaz…
Yiğitlerin kavgası da mert olur.
Dostluğu da cömert.
Yoksa ölüm böyle konuşturmaz adam olanı.
Adam olan ölüm karşısında dik durur.
Fakat arkadan vurana, korkaklar gibi sıkıp kaçana karşı sapasağlam durmayı da bilmeli.
Yani Tahir gibi…
Onun gibi yanında olmalı barışın.
Karşısında acı ve gözyaşının.
İşte böyle günler de insan anlatamıyor acının tarifini. Bir yere düğümleniyor kimi zaman, kimi zaman bir yerden akan sımsıcak gözyaşı oluyor.
Ve hıçkırık oluyor kimi zaman.
Devlet bütçelerinin kurşuna harcandığı zamanlardan geçiyoruz durmadan.
Hesaplı-kitaplı, tertipli-planlı günlerden.
Onun için, ölüm böyle beş para etmez bir kuşunun ucunda saplanır yüreğimize.
Malum!
“El ayakaltından çekilin yoksa biz buralardan yollamayı biliriz” der gibi havalar dolaşıyor buraları.