Kopuş ve Boşluk
Bu yazının bilimsel araştırma, derinlikli sosyolojik saha yoğunlaşması şeklinde bir iddiası yoktur. Günümüz Türkiye’si iktidarının 20 yıllık geçmişinin gelip çattığı vakit çarpışmasında açığa çıkan kopuş ve boşluklara bakıştır niyeti. Bir diğer deyişle gerçekten kopuş ve düşülen boşlukların uçurumlarıdır. Bu uçurum ve kopuşlarda insanın tıkanışı, tükenişi, savruluşu görülebilir.
H.K.G’ye 6 yaşından beri tecavüz eden sanığın dava dosyasına giren ses kayıtlarının gündem olmasıyla birlikte başlayan süreci, ahlaki kopuş sınıfına katabiliriz belki. Şüphesiz, bunun üzerine eski ve yeni Türkiye’de toplumsal hareketlilikleri ve hukuksal davranış temellerini, konu uzmanları araştıracak yorumlayacaktır.
Ancak, konu Türkiye gündemine başlık olur olmaz televizyon programcıları ve sosyal medya kullanıcıları tarafından yoğunca konuşulmaya, tartışılmaya başlandı. Ezici çoğunlukta bir sosyal medya kullanıcısı, bu vakanın ahlaksızlık olduğunu savunsa da bir kesim bu durumu açığa çıkaran gazeteciyi linçlemeye başladı ve aynı kesim ve daha troll avenesi ise “din düşmanlığı, İslam’ı ve Müslümanlığı karalama” olarak tanımladı. Oysa ortada çocuğa sürekli tecavüz vardı ve tecavüz insanlığın yüzüne sürülmüş kara bir lekeydi. Kim, kimler tarafından yapılırsa yapılsın, mutlaka cezai bir yaptırımı olmalıydı ve bu insan kılıklılar ifşa edilmeliydi. Ancak ısrarla “dine saldırı” koşu yoluna çekmeye çalışanların ahlaki kopuşu, kendini bariz bir şeklide göze sokmayı sürdürüyor. Şekilsel olarak kimi vakıf ve cemaatleri temsil edenlerin giyim tarzı, sakal bırakması, o nevi konuşur olması onu dinin temsilcisi yapmadığı gibi, bunu yapmakla temsil ettiğini iddia ettiği yeri de istismar anlamını taşır. Pek tabii onları savunmak da bir kopuş hezeyanıdır zannımca.
Yine İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Başkanı İmamoğlu’na, hakaret davası kapsamında verilen 2 yıl 7 aylık cezanın, İktidarın; yargı üzerindeki etkisi olarak konu başlığındaki yerini aldı. Altılı masa, yani Muhalefet bu başlığı sevdi. Seçime yarım yıl kalmışken, yargı tarafından verilen bu cezanın “hukuk dışı” olduğunu Saraçhane meydanında avazı çıktığı kadar bağırdı. Zaten öteden beri “Hukuka Darbe” tanımlaması ve suçlaması söylemi hakimdi.
Canı yanınca, hukuksuzluk gelip kendilerine dayanınca, yüksek sesle bağıran muhalefet, Türkiye’nin yakın geçmişine denk düşen “Kayyım” atamalarını görmek istemiyordu. Oysa, HDP Belediyelerine ilin valisi, ilçenin kaymakamlarını yardımcı olarak atayıp tarihsel bir gasp gerçekleştirmişti Türkiye iktidarı.
İşte bu gerçekliğe adeta “hukuk” deyip kulak tıkayıp ipin ucu kendilerine dokununca “Hukuksuzluk” diye bağıran muhalefetin, Hukuktan kopuşunu böylece tanımış olduk. Aslında toplumsal yozlaşmanın, çürümenin temel olarak hukuksal kopuştan başladığını da söylemek gerçek dışı olmaz.
Tam bu süreçte; “açlık yok”, “açım diyenler yalan söylüyor”, “telefonunu çıkar”, “AVM’ler tıklım tıkış dolu” yorumları özellikle sokak röportajcılarının mikrofonlarına söylendiği gibi, İktidarın da söylemleri arasındaydı. Devletin resmî kurumları enflasyonu görünmez kılmaya gayret etse de pazarda ve sokakta enflasyon çoktan patlamıştı. Pazarlarda atık sebze meyve toplayanlardan, çöplerden ekmek toplayanlara kadar uzanan bir sefalet zinciri görüntülere yakalanıyordu. “Barınamayan” öğrenciler, banklarda, parklarda, merdiven boşluklarında uyuyordu. Öğrenciler açlıktan bayılıyordu!
İşte bu noktada dahi, Türkiye “Güllük gülistanlık” diyenlerin, gerçeklikten kopuşuna engel olunamıyordu. Hala büyük bir fütursuzlukla “mutluyum” imajı çizip sergileyenler vardı.
Uçurumlarının derinliğini görmek istemeyenler, boşluklarında boğulmak için tercihe zorluyordu kendilerini.
6 yaşında yetersiz beslenmeden dolayı ölen çocuğun haberi Eskişehir’den geldi. Basına ve kamuoyuna ulaşmayan açlık hikayelerinin aksine bu çocuğun ölüm haberi, toplumun ekonomik, ahlaki ve insani kopuşunu resmediyordu!
Tabii ki Sosyal Medya röportajcılarının mikrofonuna konuşan birkaç emeklinin “boğaza tıkanan kelimelerini” de unutmamak lazım…
Yönetici çocuklarının “kumar masası” görüntüleri, “pudra şekeri” içimi, lüks araçlarla gezinti ve hız yapma resimleri, küçük yaşlarda servet sahibi olmaları, kamuya haksız şekilde atamaları gün geçmiyor ki artmasın. Haktan kopuşun, insanlık erozyonuna uğramanın adı olmaya başladı bu boşluk hali.
Bunun yanı sıra, cezaevlerindeki hasta ve yaşlı tutsaklara uygulanan adalet reçetesinin karaborsacı adaleti tam bir vicdan kopuşu; hatta, ölüm cezasının fiili bir biçimde uygulanmasının provası niteliğindedir.
Çıkar birliğini ahlaki sanan basın mensubu örneğinin çoğaldığı, masumlara ceza kesen yargı mensuplarının arttığı, kendisine dokununca feryat eden siyasetçilerin çoğaldığı ve tüm bu çıplaklığa rağmen hala “vatan, millet” edebiyatı yapan troll yurttaş tiplemesinin enflasyonunda bir yok oluş açığa çıkmış...
Dünya gezegeni üzerinde benzer durumların sergilendiği başka ülkelerde olabilir. Türkiye milliyetçiliği bu gerçekliği kabul eder ancak Türkiye üzerinde uygulanan bu yöntemleri şiddetle ve şiddet yöntemleriyle yok sayar. Anlaşılması zor bu durum gün yok ki biraz daha ayyuka çıkmasın. Milletvekillerinin ayaklarının kırılması, yönetim kadrosundaki siyasilere sivil polis tarafından tokat atılması ise gelinen son pervasız aşama. Nasıl diner bu öfke bilemem ama kaybedilen insani duyguların yeniden tamir edilmesi, yerine konulması için ciddi bir eğitim şart gibi. Eğitimle ilgili paradoks ve boşluk ise başka handikap.
Velhasıl; Ahlaktan, adaletten, vicdandan, haktan, hukuktan ve insanlıktan kopuşun yüzyılını yaşıyoruz demek çok uçarı değil. Bilakis bu boşluk tanımlaması ay gibi, güneş gibi gerçek.