Son öpüşmenin izi
Tanrı uğramadı bizim ellere. Sevda yüklü kervanlar gibi gelip sığındığımız bu ellere aşkta uğradı. Bizim eller ki sır gibi gelip konan uğursuzların karşısına geçip haddini bildiren basın bildirisi gibi sapasağlam dururdu.
Peki, gerçekten aşk neydi?
Gözlerden bir yol, bir hız, kalbe gidiliyor muydu sahi?
Boyundan büyük aşklara kalkışır mı insan?
Bizim ellere gece Karanlığını andıran meymenetsizlikler akardı durmadan. Teker ağırlığı altında inleyen toprağın, dumana boğulan gökyüzünün altında durmadan süren savaşın baruz yanığına benzeyen yaşamdık işte.
Sevginin ulaşılmayacak kadar uzak olduğu işgalci insan tipine rağmen, taş ocak ateşinden yükselen dumanlı yaşam olma erdemliliği vardı.
Doğa ilham perisiydi...
Her mevsim yeniliyor, güzelleşiyordu.
İşte böylesi bir mevsimde, esmer teninin arasına konmuş gözlerinden kahverengi tayların özgürce koşuştuğu dünyalardık...
Utangaç, kararsız, korkak...
Aşk, günah yolu oluyordu.
Sonra neresine yazardı tanrılar kitaplarının?
Bize kalan bir bedduaydı.
Ölün siz aşkı kendi günahlarına meze edenler. Ölün siz...
Sevda ateşimizi, aşk tutkumuzu öldürmeye çalışsanız da bilinki yeryüzü gökyüzüne değsede başaramayacaksınız...
İçimizdeki şiirlere kalmışız, dışarımızdaki kavgaya.
kimse kimsenin yarasını sevmesin
sarmasın
ama yeni yara da açmazsın
Şiire tadını veren hayatın ara sokaklarını aralamaya durun, öylesine içlidir, kederlidir, farkındadır, dumanı üstündedir.
Şiir bizim ellerde tanrılarının elindedir. Öpersiniz, seversiniz...
Ve öylesine birikmiştir dağların arasına.
kapat gözlerini
istersen
son eşkıyanın kalbindedir
karıncanın yürüyüş güzergahları