Sedsalîya Dudeng an Bêdengî!
Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında Bir Zamanlar Ermenilerin yaşadığı neredeyse bütün kentsel mekânların kırsalında ya bir kuytu vadi, ya bir mağara veya bir derin çukur, düden anlatısı vardır. Bizim Düden de öyle! Diyarbakır’a yaklaşık yüz kilometre uzaklıkta volkanik Karacadağ’ın Ergani, Hoşut ovasına doğru yayılan alanda, Çüngüş ilçesine bağırsan duyulacak mesafede bir volkanik çukur, devasa bir kuyu, ağzı da hayli geniş. Kışın eriyen kar ve yağmur sularının çağıldıyarak içine aktığı ve derine akan su sesinin bahar aylarında bile yanınızdakine sesinizi duyurmanız için bağırarak konuşmanızın gerektiği bir yer.
Çüngüş yakınındaki Düden, hayli derin bir krater çukuru olsa da halk arasında adı Du Deng olarak biliniyor. Mağaranın ağzından büyükçe bir taş parçasını boşluğa attığınızda taşın dibe düşen sesi ya da kendi sesiniz bir süre bekledikten sonra size dönüyor. Bu sebeple Kürtçede “İki Ses” anlamına gelen “Du Deng” Duden olmuş.
Geçtiğimiz yüzyılın başında, 1915’de Büyük Felaket başladığında Harput’tan, Piran’dan, Maden’den başlayıp, çevre yerleşkelerden yola düşürülenlerin, o yıllarda Dêyr Zor yolu üzerindeki Düden’e denk düşen sürgün kafilelerinin Ermeni sakinlerini canlı canlı ya da boğazlayarak atmaktan imtina etmemişler.
Bölgede kime sorsanız size mutlaka bir Düden hikâyesi anlatır. Yazılı kaynaklardan en canlısı Musa Anter’in Hatıralarının ikinci cildinde paylaştıklarıdır. 1954 yılında bir seçim çalışması için Çüngüş’e giden Anter’in Güldoğanlar’dan Güllü Ağa’nın oğlu Mustafa Ağa’ya dayandırarak anlattırdığı ve yazdığı Çüngüş Ermenilerinin acı sonunun Düden’le kesişen hikâyesi trajiktir.
Çüngüş’te 1915’e kadar altı bin civarında Ermeni yaşarmış. Çevre köylerinde de nüfusları hayli kalabalıkmış. Dönemin Diyarbekir Valisi Çerkez Reşid ve Güllü Ağa’nın kurduğu “tezgah”la önce Ermeni önder şahsiyetleri şehre çağrılıp yolda halledilmiş, sonra da başsız kalan Çüngüş Ermenileri gruplar halinde Düden’e atılarak katledilmiş.
Soykırımın coğrafyadaki yüzleşme mekânlarının çarpıcı örneklerinden biridir Çüngüş’ün Düden’i ya da Dudeng’i.
Ermeni Soykırımının Yüzüncü Yılı Anması nedeniyle bu yıl yurtdışından gelen bir grup duyarlı insan ve bölgeden arkadaşlarla birlikte bir otobüse doluşarak Düden’e gittik. Ağlayanlar, Kürtçe hüzün şarkıları söyleyenler ve hiçbir şey söylemeyip sadece mağaranın ağzına bakarak çağıldayarak bir an evvel on kilometre ötedeki Fırat Nehri ile buluşmak isteyen suyun sesini dinleyenlerdi saatlerce orada ben dâhil bulunanlar.
Düden’in yamacına sanki bilinçli bir tercihmiş gibi bir ilköğretim okulu yapılmış. 22 Nisan günü gittiğimizde okulun bahçesinde yüksek volümlü müzik bütün ovaya yayılmıştı. Öğrenciler okulun bahçesine toplaşmışlardı. Ve bir gün erkenden bir gün sonraki 23 Nisan Çocuk Bayramı’nı kutluyorlardı. Biz ise Düden’in başında yüzyıl evvel katledilenleri anıyorduk.
Yüz yıl önce yitip gitmiş seslerin yüz yıl sonra aksi sedasının gelme ihtimaline kulak kabartmıştık. Oysa ses yitip gitmişti. Çünkü sesin sahipleri de yoktu. Yüzyıl evvelki dudeng-iki ses, sessizliğin sesi olmuştu.