İsmet Nizam ve Celal sevgisi, Hakkari sevgisine dönüşüyor, fırsat düştükçe koşarak Hakkarinin kucağına atlıyorum. Cumhuriyetin 50. yılında bir il yıllığı yapılacak Hakkarinin. Yetenekli bir eleman istiyor Hakkari Valisi, YSE Bölge Müdüründen. Bölge Müdürü beni uygun görmüş bu iş için. Cumhuriyetin 50. yılında Hakkarinin bir kitabı olacak, il yıllığı isteyerek geçici görevle gidiyorum Hakkariye
Hakkaride ilk tanıdığım insan Adil Abe (Erdoğan). Adil abi ile çalışmalara başlıyoruz, Valiliğin verdiği bir araçla Suvarıhelêyi aşıyor Beytüşşebaba birlikte gidiyoruz
Beytüşşebabın üstü LALEŞ yaylası, serin gecede karaçadırın altındaki yatakta Laleş yaylasında gece Şeh Adiyi düşündüm; sabah Bılbêsilerin düğününü görüntüledim. Sêkani, Meydanbelek, Tıvor köyü ve Feraşinde Pirdodan. Sonra Nêrkıtıkte, Ahmet ağayı fotoğrafladım...
Ardından, Çukurcada Emir Şaban camisindeki kütüphaneyi görüyorum, küflü antik el yazması kitapların küf kokusu gözlerimi yaşartıyor. Uludereden, Şemdinli ye kadar Hakkariye bağlı ilçelerin doğal güzelliklerini ve binalarını fotoğraflıyorum. Tabiki ilk kez CİLOları ve SAT gölünü görüyorum. Yıllarca senelik izinlerimi geçireceğim bu doğa harikası coğrafyaya aşık oluyorum adeta.
Hakkari, yıllardır sürgün kenti
Memurların korkulu rüyası. Hakkari kelimesini duyup tuu, tuu diyerek, kulak memesini sıkıp, masasını tıklamayan memur ve görevli yok, o yıllar.. Ama Hakkariye gelip bir daha dönmeyen ve yerleşerek çoluk çocuğa karışan çok memur ve görevli tanıdım... Gelenin de ağladığı geldikten sonra da ayrılırken de ağlandığı il, gelenini de ayrılanını da ağlatan êl, Hakkari
Cumhuriyetin 50. yılı şenlikleri geldi çattı, hükümet konağı meydanı ile kütüphanenin önüne birkaç metrekarelik bir havuz yapılmış, havuz maviye boyanmış, davullar zurnalar çalınıyor, folklor kiyafeti bulma sorunu yok , herkes zaten şel û şepikli, oynuyor havuzun kenarında, ama niye oynadığını bilmiyor kimse. Musluklarda da havuzda da su yok. Davul zurna çalıyor ya yeter. Su yoksa yok, havuz boşsa boş, ne olmuş sanki?.. Ve bir sabah Hakkarililer havuzu ağzına kadar dolu suyla buluyor. Gelen bakıyor geçen bir daha bakıyor. Havuz öyle dolu dolu kalıyor bir müddet. Sonraki günler, suyun rengi yeşile dönüşüyor. Daha sonra kedi yavrusu leşleri ile kurbağalar biribirine karışıyor, havuzda.. Daha sonra süs olarak, demirden yapılan, içinde anpul anpul ışıklar yakılan 50.YILtakı komşusu oluyor havuzun. Sonbaharda ise bunlar Cumhuriyet ilk okulu öğrencileri için oyuncak ve oyun yeri, ama tehlikeli bir oyuncak ve oyun yeri oluyorlar.
|
Oremar serüveni dönüşünde, bitkin düşen Onat Kutlar ve Erden Kıral yol kenarında buz gibi akan bir kaynağın taşlarında dinlenirlerken. |
Ben yine de ısrarla tayinimi istiyorum ve kalıyorum Hakkaride. Yıllar yılları kovalıyor, ortada olay yokken sıkıyönetim geliyor Hakkari ye. Peşinden de ülkede 12 eylül
1981 yılının ilk baharında Hakkaride çekilecek bir filmin ön çalışmaları için İstanbula çağrılıyorum, Yazar Onat Kutlar ve Yönetmen Erden Kıralla uzun uzun konuşuyoruz Hakkari yi ve şahin yuvası Oremarı..
Hakkariye geliyorlar Onat Kutlar, Erden Kıral ve Vecdi Sayar. Oremarı görmeye kesin kararlıdırlar. Atlıyoruz Cahit Hocanın aracına Yüksekovadan ayrılıyoruz Oremar yoluna. 12 yıl sonra Oremarı bir daha göreceğim için çok heyecanlıyım.. 12 yıl önce Haciyan köyünde araçtan inmiştik, ama 12 yıl sonra Haciyanda araçtan inmedik çok şükür. Çünkü yol Iştazına kadar yapılmıştı. Hani Haciyandan-Iştazına diyince siz öyle uzun uzun yol sanmayın.
Mezrasından köyüne, birkaç kilometre (birkaç adım da diyebirsiniz, hatta eskilerin tabiri ile TAM BİR ARPA BOYU..) yol yapılmıştı.. Iştazında bir dutun gölgesinde bıraktık aracı..
Bundan sonrasını Yazar Onat Kutlar (rahmetli)ın ve o günlerin gözde bir sanat ve edebiyat dergisi olan GÖSTERİdeki, Eylül-1981 tarihli sayısında yayımlanan yazısından alıntıları sizlere aktarmayı uygun buldum
***
Erden Kıralla haftalardır birlikte senaryo oluşturuyoruz
Bir senaryo yazarı için zorunlu olduğuna inandığım bir tartışma düşünce alışverişi, ortak bir dili yakalama çabası içinde Feruit Edgünün O adlı romanınıdan hareketle adı belki ORAMAR 1965 olacak olan bir film yönetmen Erden Kıral. Yönetmen ve yazarla yaptığımız ilk tartışmalardan sonra, daha senaryo aşamasına geçmeden Hakkari Van yöresine bir yolculuk yapmaya karar verince, notlar almayı düşündüm. Bu yazıyı yazdığım günlerde henüz senaryo tamamlanmış değil.
.
Çeşitli temaları bir arada işleyenOyu özetlemek olanaksız. Ama basitleştiricibir konu özeti yapılacak olsa şöyle denebilir: Oda 1965 yılında bir karakış boyu, ülkemizin doğusunda Hakkarinin Pirkanıs adlı onüç haneli dağ köyünde, yedeksubay öğretmenlik yapan, çoğunlukla İstanbulda ve yabancı ülkelerde yaşamış genç ve yazar-çizer bir aydının elde ettiği izlenimler, elde ettiği yaşam deneyi (experlence karşılığı) anlatılıyor.
Oda anlatılanlar, gene Ferit Edgünün KİMSE ve DERS NOTLARI adlı kitaplarıyla bütünleniyor, zenginleştiriliyor.
|
Ekip Oramar yolunda şehit öğretmen Selahattin Şimşek köprüsünde. |
İkidir Ferit, Erden ve ben tartışıyoruz. Birine Tezer de katıldı. Bir şeyi çok iyi anlayamıyorum. Niçin Erden Oyu film yapmak istiyor? Elbette romanı sevdiği doğru. Bu değil beni düşündüren. Ama bu romanda sinemaya yatkın nasıl bir söz buluyor? Çok yalın bir şeyden söz ediliyor sık sık. Ama nedir bu yalın şey? İster istemez romana da yansımış bulunan feodal ilişkilerdeki çağdışılık, kimi çarpıcı detaylı, bir dağ köyünde çekilen yalnızlık yeterli mi bir film için?
Erden, bir sürgünün uzak bir dağ köyündeki yaşamının daha çok köyü anlatan çok yalın gözlemlerine önem veriyor. Köyde Halit, Zazi, Dilsiz Kerem, Muhtar vs. gibi kişiliklerin başından geçenlerin (yerel renklere önem verilerek) anlatılmasını istiyor. Bir düğün bir başlık pazarlığı, elden ele geçirilen bir tabanca, ölen bir çocuk için yakılan ağıt onu yakından ilgilendiriyor.
Sanırım, ilk araştırmalar için Hakkari Van, Mardin yöresine yapacağımız yolculuk belirleyici olacak.
|
Büyük yetenek, genç tiyatrocu Erkan Yücel kaçakçı halit rolü ile bir Kürt'ten ayırt edilemiyordu. |
Temmuz Hakkari
Üç gündür yollardayız. Bir de Hakkaride ilk geçirdiğimiz bomboş gün, etti dört. Oramar.. Neden bu isim bunca yer etmiş belleğime? Bilemiyorum. Ama olağanüstü bir şeyle karşılaşacağımı biliyorum. İki gün süreyle ırmaklar boyunca yürüdük. Aşağı yukarı on saat boyunca yol teptik. Bir düş ülkesiydi içinden geçtiğimiz. Kar suları içtik, karadutlar yedik. Bir çağlayan sesi doldurdu tüm benliğimizi. Kartal ve yılan ülkesiydi seyrettiğimiz; Tayr ve Mar. Ve bir küçük oğlan rehberimizdi gene: Abidin. Ayaklarımızda kara lastikler, başımızın üstünde dağlar ve gökyüzü.
Gece Oramarda kireç badanalı bir odada, mavi atlas yorganların altında yattık. Oramar dağlıları gibi. Yerde halılar, duvarda kilim ve bakır. Muhtar(İsmet Buldan) Süryani ustalarının dokuduğu giysilerini giydi. Cemedani sardı başına, bir yanını sol kaşına yıkarak. Ayaklarına kıl çarıklar gildi. Bir hançer ışıltısıyla doldu ayışığı odaya. Duvarın kıyısında oturan ve sanki Şeyh Ahmedein çığlık gibi destanlarından birini dinleyen ince, esmer uzun boylu, yakışıklı adamlar usulca kayboldular. Kaçak tütün, İran çayı, ezilen dağ kekiklerinin ve yanan pırnal dallarının kokusu sardı ortalığı
Düşündüm ve dedim ki: Ey ırmakların tanrısı.. Bize daha da güzellikler gönder. Çünkü doymuyoruz. Nice zaman kaynağa ve sulara ve ağaçlara ve çiçeklere ve güzel insanlara karışmayı düşledik. Bir çölün ortasında işte şimdi üstümüzden, kar sularından doğan bir çağlayan geçiyor. İçimizde bitmez tükenmez bir türkü kaynıyor. Suları içtikçe, yeryüzü ırmaklar ve biz, karıştık biribirimize...
Yabancıya kuşkuyla bakan o insanlar, bizi bir dost olarak karşıladılar. Gurbete gitmiş oğulları gibi. Pirinç ve kar suyu sundular. Sat gölüne çıkmak üzere hazırlanmış denklerini çözüp yataklar serdiler. Ve dediler ki: Yorduk sizi. Kusura bakmayın. Köyümüz güzeldir. Ama sarptır. Zordur ulaşmak. Yorduk sizi
|
Fimde düğün sahnesi |
İnsanın aynı olayı iki yada daha çok açıdan görebilmesi kadar yorucu bir başka durum olamaz. Hakkaride otel odasında, suların akmadığı yorgun ve tozlu bir akşam üstü, tüm öyküyü bir destan gibi Halitin anlatmasını önerdiğimde herkes havaya sıçramıştı. Benim gibi onlar da Oramarlı muhtarın evinde geçirdiğimiz coşkun gecenin ve kulağımızda sürüp giden o tuhaf, yabansı ezgilerin etsindeydiler. Hemen fotoğrafçı arkadaşımız Enver Özkahramanın dükkanına gittik. İçerde biri şişman öbürü zayıf iki genç karısıyla birlikte fotoğraf çektirmeye gelen genç memura bile dikkat edemeden Enverden bir halk öyküsü bulmasını istedik. Öyküler dinlerdik o akşam. Düşüncemiz gittikçe pekişiyordu. Bu yüzden günlerdir Erdenle ben, Halitle boğuşuyoruz. Nasıl anlatırdı bu öyküyü Halit? Yani romanın köylü kişisi, kentli kişinin destanını nasıl düzenlerdi? Baharın ilk günü gelirdi mutlaka. Yağız bir atın sırtında, köyüne. Bir çardakta oturur tütün sarardı. O geçerken küçük pencereden kapı aralıklarından gelinler bakardı damların üstünde ateşler. Yıldızlı bir gökyüzü. Çocuklar yeryüzünün tüm köşelerinde olan çocuklar ellerinde küçük teneke kutulara ekilmiş mercimekleriyle tekerlemeler söyleyerek dolaşırlar, bir yandan da gökyüzüne bakarlardı.
Irmağın suları türkü söyler ve herkes gibi onlar da birer dilek tutarlardı içlerinden. Ve Halit başlardı uzun öyküsünü anlatmaya, bir örnek tok ve derinden bir sesle öykü ırmağın çığıltısına karışırdı.
|
Filmin kadın baş oyuncusu Şerif sezer (solda), kuması rolünde (ortada) sosyoloğ ve yazar Lale Yalçın Heckmann ve Hakkarili yazar Muhsin Kızılkaya, düğün sahnesinde. |
Kimin öyküsünü anlatırdı Halit? Bir zaman önce kuş uçmaz kervan geçmez köylerine gelen bir yabancının öyküsünü bir sürgünün bir yiğit adamın. Köyümüze belinde kaşığıyla gelip aşımıza ortak olup sonra da kaşığın sapıyla gözümüzü çıkaranlardan.olmayan birinin çocuklarımız sevdi onu, biz sevdik sonra karlı bir günde Zapsuyu üstündeki bir köprüden geçerken ırmak sularına karıştı gitti. Ne Şemdinan geri verir aldığını ne de Zap
Sonra tanyeri ağarırdı solardı damların üstünde hala yanan ateşler. Tammuzun Adonisin kanlı anılarının gömülü olduğu derin topraktan yeni ve genç ağaçlar çıkmak üzere. Kalkardı Halit binerdi atına Reşko, Sat, Cilo dağlarına
Dün birden fark ettim Şehit Selahattini anlatıyor Halit. Oramar dönüşü bugün, kendi adını taşıyan köprüden atıyla birlikte sulara kapılıp giden öğretmeni. Selahattin Şimşek, o destanın bir parçasıydı. Peki ya O romanın başkişisi olan Aydın? Ferit bu tür destanlaştırma konusunda ilginç anekdotlar anlatmıştı. Ama romanda kavranan bu destansı boyut olabilir mi?
Hemen Hakkari yolculuğunu düşündüm yeniden. Oruçlu, asık suratlı adamlarla dolu sokaklarını pijamalı adamların televizyonda pijama seyrettikleri (TV bozuk görüntü veriyor ve sadece siyah beyaz şeritler görünüyorsa pijama diyorlar buna) susuz kirli otellerini pislik içindeki lokantalarını köylerdeki ilkeliği yoksulluğu. Kadınların çocukların durumunu
|
Yazar onat kutlar 1981 de Oremar'da Serêsatê dağı önünde |
İşte madalyonun iki yüzü ikisi de doğru. Ama ikisi birden mümkün mü? Ayrıca O da belliki daha nesnel olan daha destansı olan benimsenmiş.
Aya ilk kez ayak basan adamı izlerken nasıl bir merak duygusuna kapılıyorsak, bu ufak yoksul, karlar altında bütün bir kış kapalı kalan dağ köyüne sürülen adamın başından geçenler de aynı ölçüde meraklı olmalı. Sadece Oramar tepelerine tırmanmak bile başlıbaşına nefes kesici bir olay. Ama biz gerilimi salt bu olaylar üzerine kurmuyoruz. Asıl bağlantılarımız düşünsel Aydını önce şokla sersemlemiş buluyoruz. Sonra yokluk ve ölüm duygusu ile umutsuz.. Sonra karanlığın ucunda hiç ummadığımız anda yaşamla karşılaşıyoruz: Çocuklar. Sonra o ışığa yöneliş ve cılız yaşamı güçlendirme tutkusu. Ama çareler aramak için umutla ve coşkuyla gittiği kasabada bürokrasi bir duvar. Köye dönüş hastalık ve hezeyanla, karabasanlarla noktalanır. Bütün bu geçmiş yeniden ve bozuk, bulanık görüntülerle geçer bellekten. Gerçeğin dışına sıçrayan bilinci, Halitin dost eli ile yere bastırır. Sonra alışma. "Sanki yıllardır buradayım. Sanki burada doğmuşum da uzun süren bir gurbetten dönmüşüm..." yaşam sürer. Kızlar gelin olur, köye gelinler gelir. Jandarma, postacı, ilk kar. Ama alışmak mümkün mü? Başlayan soğuklar ve salgın hastalıklarla her gün bir bebe ölürken? Umutsuz direniş. İsyan. Yenilgi. İşte kar ve salgın durdu. Karları ısıtan güneş gibi solgun ve bitkin bir yaşama duygusu. Koca bir kış geçti. Artık yollar açık. Okul bitti. Görev bitti. Gerçeğe Hakkarinin gerçeğine, aldanmadan ve aldatmadan bakma günü geldi. Tek başına değiştiremediğin gerçeği kabul etme günü.
|
Ekip Rubarêşin vadisinde yayan Oremar yolunda... |
Ama umutsuzluğa da düşmeden: Alınyazısı değiştirilemez değildir Siz, çocuklarım, size öğrettiğim her şeyi unutun.. Kendi gerçeğinizi ve yolunuzu bulacaksınız
***
Ulaşımın ve (Jeneratör gibi) malzeme taşıma sorunları nedeniyle ORAMAR 1975 Filmi Oremarda çekilemedi, film aynı isimle ANİTOSta çekildi. Uzun yıllar gösterimi yasaklılar listesinin başında kaldıktan sonra, film; Hakkari de bir mevsim Berlinde gümüş ayı ödülünü hak etti. Bu vesileyle unutmadığımız yazar ONAT KUTLAR ile demokrat ve büyük tiyatro ustası ERKAN YÜCELi rahmetle anıyorum
Fırsat bulduğumda, çevre danışmanlığını yaptığım Hakkaride bir mevsim filminin çekim serüvenini sizinle paylaşacağım. Ha unutmadan söyleyeyim, bu olanlardan yıllar sonra, yine il yıllığı için çalışma görevi verildi. Elimde fotoğrafı çekilecek yerlerin listesi, listede de Oremarın ismi var. İki kişi bir şoförle görevli araçla Oremar yoluna girdik. Değil Iştazına ulaşmak, Haciyana bile varamadan
|
Dönüş yolunda Erden ve Onat yokuşun başındalar... |
-Geriye döndenilince bir güvenle ceketimin iç cebinden Valinin imza ve mühürünü taşıyan görev kağıdını uzattım görevliye. Yan gözle okudu.
Gür olmayan bir sesle:
-Al kağıdını, katla koy cebine ve hemen geriye dön diyorum, sen bana kağıt uzatıyorsun. Hadi bas git geri..
Bizde ensemizi kaşıya kaşıya geri dönmüş bir iki viraj sonra da:
(Gidemediğim yer benim değildir.)
(Gidemediğin yer senin değildir.)
(Gidemediğimiz yerler bizim değildir.)
(Gidemediğiniz yerler sizin değildir.) gibi, banal mı desem, anlamsız mı desem, tatsız ve tuzsuz ve sossuz cümlelerle birbirimizi teselli etmeye çalışmıştık, yol boyu.
|
Erkan Yücel bir sahne çalışmasında kamera önünde |
|
İş bittikten sonra kenara atılan 50.Yıl tak'ı |
Fotoğlarlar: Enver Özkahraman
Düzenleme: Erkan Çapraz