Ölüm Müjdesi
Şu kış, hani bizim buraların kışı, bilirsin ne çetin geçer, buz sarkıtları paslı hançer olur sırtımızda.
Bir de halımızdan derman çıkarmayan tabip yoksunuyuz tıpkı senin bıraktığın gibi.
Burada kar var, yoksul var, aç varmış kimin umurunda.
Bir gün buz tutan ellerimizi yüreğine sokacak bir baba buluruz belki kim bilir!..
Akıllıca güneşe karşı kurmuş olduğun evimiz kış şartlarına uygun olmasına karşın her sene bir kamyon dolusu kuru odun alırdın. Hızarın olmadığı zamanlarda ellerim su toplardı, balta sapından o kütükleri parçalayana kadar ter sırtımda buz tutardı çok zaman.
Tabi hızar icat olup sesleri yeri göğü titretirken işimiz daha kolaydı bir kamyon odunu hep birlikte bir günde parçalar sobalık hale getirirdik…
İstiflemesi de mimarlık isterdi statiğini senden alırdık. Hani hayata alıştırdığın gibi devam ediyoruz merak etme bu sitemde değil helali hoş olsun sana verdiğim zamanlarım.
Vermişsem tabi.
Şu kara zift gibi olan kömür vardı ya bu sene Yüksekova’nın havasına düşmanmışız gibi onun isini sıkıyoruz… Hepimiz zehirleniyoruz adım adım kimsenin gıkı çıkmıyor biliyormusun, işte buna kızgınlığımdandır yazıyorum.
Hani o odunlarda doğadan sökülünce zarar veriyordu ya Şemdinli ormanlarına ve geleceğimize nitekim bu sene kasımda sel bir vurdu sorma…
Yani o da doğru değildi. Şimdiki de. Bir çözüm yolu vardır elbet, ancak çözmek isteyeni bulmak lazım.
Baba, biliyorum uzun zamandır sana yazmıyordum. Ama inan zaman bulmak çok zor. Ekmek! İnan ekmek için koşmak lazım bu kirli havada.
Dayansa ciğerler ne ala...
Yarı yolda düşenler çok oldu. Havası, suyu, ekmeği bozuldu bu şehrin. Ebabil kuşları ayaklarında kocaman oymalı taşlar salıyorlar üstümüze habire. Bundan zaman koparmak zor…
En çok bu halimi sen anlarsın bilirim…
Ha! Baba, sana bir de müjdem var, Zelixa halam vardı ya, o bugün öldü.
Sana kul köle olan, içeri damlar damlamaz, “kurban olurum kardeşime” diyen halam.
Artık bize sitem etmezsin “bana gelmiyorsunuz”diye.
Aha halamı gönderdik sana.
Bizim heyecanımız, sevgilimiz, halamız, gül yüzlümüz, kar beyaz tenlimiz bırakıp buraları sana, kurban olduğu kardeşine geldi.
Bir tek kök üstünde sayısız dal veren her dalında meyve olan her meyvesinde hayat damlayan Zelixa halanın ardından ben, sulu gözlü olan ben, ağlamadım biliyor musun...
Küçücük elleriyle saçlarını okşar hasta yatağında sana elektrik verirdi. O gidince üzülürdün. Hastalığın vampirleşirdi, bağırırdın…. Biz kulağımızı kapardık…
Tanrı susardı…
Onun cansız bedeniyle aynı odadayken diğerlerine çaktırmadan bana “fıstık” dedi. Tabutun kapağı hırladı. İlk öğrendiği Türkçe kelime olan fıstığı bir kullanırdı ki ağzından kuş olup uçardı adeta. Şimdi de aynısını yaptı, ağzından uçan bütün kuşların kanadına senin adını yazmıştı biliyor musun.
Zelixa hala oraya gelince “bu sır aramızda kalsın” sakın ola ona öldüğünü hatırlatma.
Yoksa bizleri burada bıraktığı için üzülür ve ciğerleri parçalanır hasretimizden… Bir de ona fıstık deme gelir gelmez “sevgilim” de çünkü içinde ukde olmuştu bu kelime senden duyunca sevinecektir eminim.
Bir de öldü diye gök yırtıldı inadından.
Kar…kar…kar…
Yağdırdı bembeyaz kefenini o giydirdi adeta.
Toprağın altına gömeceğiz diye gökte göremeyecekti diye hıncını böyle aldı bizden.
Üşüdük…
Sorduk, neden? Ona sahip çıkmadınız dedi. Baba ne olur ona iyi bak. Sen yufka yüreklisin hemen ağlarsın bilirim. Bir kereye mahsus ağlama ve Zelixa halaya sahip çık.
Bak baba bu mektubun sayfalarındaki sarı sarı lekeler benim göz yaşlarım değil ha. Ne bileyim şimdi yanlış anlar ve üzülürsün. Evde kağıt kalmamıştı mecburen buna yazmak zorunda kaldım. Torunlarını bilmez misin, yaramazlar kirletmişler işte.
Dışarıda da bir fırtına bir fırtına çıkamadım.
Mektubuma son verirken yeni yılın ve bayramın size ve Zelixa halaya uğur getirmesini dilerim.