Kar yanığı
Ne güzel yağmış. Daha dün rüzgarla didişen-itişen kar taneleri soluk alırken nefes almamıza fırsat vermeden ağzımızdan içeri kaçışırken soğuk bir damla serinliği düşürüyordu diş etlerimize.
Rüzgarla didişmesine rağmen kar taneleri yumuşacık düşüyordu yere.
Çıplak bedenimizi koruyan giysilerimize çarparken dahi bizi bir hafifliğe götürüyordu sanki. Oysa kar derken akla hep olumsuzluk yansırdı, çaresizlik, kapalı yol, hasta, sıla ve fırtına.
Pencereden dışarıyı izliyorum bembeyaz serpilmiş ve cam kırıkları dağılmış gibi üstüne parıldıyor kar. Anlıyoruz ki dün hava sıcaklığı sıfır derecenin altına düşmüş ve kar kristalleri hava tabakasından süzülerek yer yüzüne ulaşmış. Ulaştığı bu yerde, benim şu an bakınmakta olduğum beyaz dünyayı yaratmış.
Bu iki bin yüz metre yükseklikteki dünyayı yani.
Bir yanı Cilo ve Reşko dağı, bir yanı Mor dağı, bir yanında İspirız sıra dağları diğer yönündeyse Güzeldere kavşağıyla kapalı bu çanak biçimindeki dünyayı sevmek için onu seyretmek lazım.
Onu dinlemek yaralarına merhem çalmak lazım.
Sabahın köründe sokaklara dağılan insanlar; dükkânların önünü temizleyen, ocağın altını yakan, masalara servis açan, fırınlarda ilk ateşi yakan... Yoğurt bakraçları, (bir zamanlar çöpçüler) deliler ve öğrenciler kar beyaz bu dünyanın aşklarıdır bence…
Kar krisalleri kadar değerli bu şehri uyandıran bu sabah bende pencerenin sıcak yüzündeyim. Siz hala uyanmamışsınız uykularınızdan güzel hanımlar ve beyler.
Kar denince çok şey yazmak istiyor insan. Çok güzelliği.
Yukarıdaki kar tanelerini sayarken birbirine benzemeyen yönleri dikkatinizden kaçmamıştır umarım. Çünkü tıpkı doğa ananın yağdırmış olduğu kar taneleri gibi birbirine benzemezler onlar. Ancak sizin bir kış boyu şahit olacağınız beyaz örtü gibi bir yaşam yaratma kavgaları benzer birbirlerine.
“Dünya üzerinde bir bölgede, kar yağışı olma ihtimali, o bölgenin ekvatordan uzaklık ve deniz seviyesinden yüksekliği ile doğru orantılıdır. Buna rağmen ılıman bölgelerin kara iklimi görülen kısımlarında, ekvatordan uzaklık ve denizden yükseklik şartları yeterli durumda olmasa bile, kar yağışı görülür. Yapılan araştırmalarda bütün yağışların altı veya sekizde birinin kar olarak gerçekleştiği anlaşılmıştır. Karın, tarım toprağını koruması ve nemli tutmasında önemi büyüktür. Kar, yeryüzü ve yeraltı su rezervlerinin ana kaynağıdır.
Kar, -8°C’de, bitkilerin üzerinde ince bir hava tabakası bırakarak, bu bölgeyi 0°C olacak şekilde örter. Kış boyunca toprak ve bitkileri donmaktan koruyan kar, ilkbaharda sıcaklığın artmasıyla eriyerek nehirlere ulaşır. Ayrıca kışın yağan ve dörtte üçü üst kısımlarda kalan kar, yaz kuraklığına karşı da toprağı ve bitkileri korumuş olur. Karda bulunan amonyak, kar erimesiyle birlikte toprakta kalır. Bu amonyak, azot bakterileri tarafından kalsiyum nitrat gibi azot tuzlarına çevrilerek bitkilerin azot ihtiyacını karşılar.”
Giderek büyüyen ve giderek ihtiyaçları artan bir Yüksekova’da yaşamak için aydınlanmaya hızla yürümemiz ve çok çalışmamız gerektiği öne çıkıyor.
Kar, buradan bakınca kışkırtıcı bir çekicilikte de duruyor.
İnsanı üretmeye yönlendiriyor, tıpkı yazar Orhan Pamuk’un başarıya gitmesinde yazdığı “Kar” romanının kışkırtması gibi.
Karın yanığından da bahsetmek lazım.
Hani fırtınalarda yolunu şaşıran yolcuların başına gelen ya da kendini kar fırtınalarında bulanların uzuvlarını yitiren hikayeleri gelmiştir size kadar. İşte o yanık hallere düşmemek için her biri kar kristali olan insanımıza bu mekanı dar etmeyelim.
Sevgiler ve bilgiler paylaşıldıkça çoğalır.