Gelelim Yüksekova’nın il olma mevzusuna
Malum, Türkiye bir müzakere süreci geçirdi. Bahar gibi görülse de fırtına öncesi bir sessizliği andırıyordu.
Ne Türkiye durulmuştu ne de Kürt kentleri.
Ama baharmış gibi davrandı herkes. Aslında bahar olmasını istediğimiz için soluksuz ve sessiz istemimizin gerçekleşmesini bekledik hep.
Türkiye’nin komşularına komşuluk ilişkileri bitmişti, Arapların baharı gelip geçmişti, dünya çapında güçler planlarını durağanlaştırmıştı.
Ama biz Türkiye vatandaşı olarak ne olduğunu bilemediğimiz bir baharın güneşiyle meşguldük.
Lakin yarasalar karanlıkta kulaklarına güvenir kartallar da aydınlıkta gözlerine.
Bahar devri birdenbire kapandı.
İki polisin kurban seçilmesi bu hoş günlerin bitmesi olarak konuşuldu.
Film şeridi bundan sonra hızlandı ve fırtına günleri başlamış oldu.
Ardı ardına patlamalar, ardı ardına seçimler derken, iktidar, iktidarına bir yenisini kattı ve adeta devrinin kralı oldu.
Devrinin kralı önüne ne katmak istediyse, onu sürüklemeye ve uçurumdan aşağı atmaya başladı. Bir iş makinesi gibi sırasıyla muhalif gördüklerini sürükleye sürükleye yolunu devam etti.
Kentler hendeğe, hendekler bombaya tabi tutuldu.
Olanları yarasanın karanlıkta duyduğu sese göre dinlemeye başladı tüm toplum. “Bugün, yarın” derken bir bir yıkılmaya başladı şehirler. Ölümler, tabutlar, mezarlar, cenaze törenleri, sloganlar, çığlıklar, yasaklar birbirini kovaladı.
Göç dediler aslında mecburi kaçış başladı…
Korku tırmandı.
Acı dayanılmaz bir hal aldı.
Çabalar çaresiz kaldıktan sonrasını anlatmaya dilim varmıyor. Televizyonlar izdivaç programları pazarlarken topluma diğer yandan kentler naylon gibi yanıyordu.
Doğalgaz kuyularından yükselen alevleri evleri yananlar izledi. Gerisi bir vah vahtı gelip geçti.
Evlerin kapıları koçbaşları, balyoz, patlayıcılarla patlatılırken, siyasette aynı şiddetle takip etti süreci. Bir Amerika’ya, bir Rusya’ya, Bir İsrail’e çattı.
Eski dostlar düşman oldu anlayacağınız…
Beraber yürünülen yollar, yolda bırakılanlarla doldu…
Darbe teşebbüsü sonrası bir kaçış, bir tükeniş, bir şahlanış… Velhasıl ne varsa yer değiştirmeye başladı.
Darbe geçiştirildi.
Politika bu ya; aniden yerle bir edilen Yüksekova ve Cizre’yi il yapacaklarını söylemeye başladılar, tabi ki Hakkari ve Şırnak ise ilçeye dönüştürülmek istendi.
Daha öncesinde “Toronto” deyip, beyaz adamlarca sömürülen, talan edilen coğrafyanın topu topu 150 yıllık şehrini örnek kılacaklarını söylemişlerdi.
Yüksekova’ya kısmet ise TOKİ çıkmıştı.
Ama il yapacaklarını söylemişlerdi bir kere.
Dönüş olmazdı bundan.
Plan ve bütçe komisyonundan geçmişti. Genel kurulun birinde sabaha karşı geri çekilmişti mecliste gurubu bulunan dört siyasi parti tarafından ve meclis tatile girmişti.
Asıl kıyamet ondan sonra koptu.
Toplum mühendisleri ve beyaz yakalılarca kim varsa topa tutuldu.
Sanal fareler deliklerinden çıkıp etrafı ve insanı kemirmeye başladılar.
Çünkü sistem bunu istiyordu, hayattan bihaberler konuşacak, toplumun birbirine düşmesi sağlanacak ve böylece istenilen kişi, sivil kurum, mesleki yapıların yönetimine müdahale kolaylaştıracaktı. Hedefler bir bir yerine geliyordu.
Ama biliyorsunuz iktidar sön sözünü söylemedi hala. Çektiği önergeyle ilgili yetkili hiçbir ağızdan daha açıklama yapılmadı.
Ve Yüksekova için yaptıkları tüm planlamalar il stratejisi içeriyor.
Altyapı, park-bahçeler, okullar, sınır kapısı, Şemdinli- İran sınırına açık pazar, toplu konutlar, mahalle yolları vesaire vesaire…
Yani bunları neden yazıyorum?
Şu bir gerçek ki, Olağanüstü Hal dönemindeyiz doğal olarak olağan şeyler beklemek saflık olur, hele 14 yıllık AKP iktidarının ne zaman ve nerede hamle yapacağını kestirmek mümkün olmasa da bir şeyi takıntı haline getirdiyse ne bahasına olursa olsun gerçekleştireceğini biliyoruz.
Anlayacağınız Yüksekova için sön söz söylenmedi. Hatta adı anılan diğer yerler içinde…