“Acemi Nalbant” ve “Kürt Eşeği”
Epey zaman geçti üzerinden, sanırım 1997 veya 1998 yılı olmalı. Dönemin Radikal Gazetesi ek olarak iki ciltlik “Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü”nü armağan olarak veriyor.
İlk kitabım “Kürdilihicazkâr Metinler” (Doruk 1997) henüz çıkmış. Yazmak ardık derdim olduğundan atasözleri ve deyimler sözlükleri de ilgimi çekiyor doğal olarak. Baştan sona şöyle bir tarıyorum sözlüğü, Kürtlerle ilgili aşağılayıcı bir söz hemen dikkatimi çekiyor. “Acemi nalbant, Kürt eşeğinde dener kendini”.
Hemen gazetenin kurmaylarından ve bu tür ekleri de kendi kontrolünde yayınlatan Hakkı Devrim’e yazıyorum: “Bir halka karşı nefreti içeren sözler olan bir sözlük nasıl dikkatinizden kaçar” diye! Rahmetli Hakkı Devrim aynı zamanda gazetede köşe yazarı. Köşesinde alenen özür diliyor adımı okuru olarak vurgulayarak.
Bu yazıyı yazarken “sözü” Google arama motorunda tarıyorum: Ömer Asım Aksoy’un 1995’de yayınlanan sözlüğünde* de aynı söz var. Açıklaması da şöyle: “İşinde ustalığa erişmemiş deneyimsiz kimse, ilk denemelerini her zaman heder olmasına acınmayacak kendinin veya müşterisinin malzemeleri üzerinde yapar.”*
Şaşırtıcı değil tabi! O yıllarda Kürtler hedef alınarak ağızlara pelesenk edilen sözlerle ilgili bir yazı da yazmıştım: “Ağaçtan maşa, Kürt’ten paşa olmaz. Ayıdan post, Kürt’ten dost olmaz. Alavere, dalavere, Kürt Memet nöbete.Çingene çalar, Kürt oynar. Kürt’ten olursa evliya, koyma girsin avluya…”
Geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreğinde beş yüz yıllık pejmürdeleşmiş takat ve naçar kalmış Osmanlı bakiyesi üzerinde “Cumhuriyet”ini kuran Türk-İslam reel politiği yıllarca kendisine reva görülen “Etrak-ı bî idrak” (Anlayışı kıt Türk) sözünün öcünü alırcasına “vur abalıya” kabilinden Kürde yüklendi.
1925 Şeyh Said Kıyamı sonrasında Takrir-i Sükûn Kanunu ve (mecburi)İskân uygulamaları ile adeta lanetlenmiş kavim haline dönüştürülen hep Kürtler oldu.
İşin doğrusu yeni binyılın yeni yüzyılının başında kimilerince artık yüzyıl evvelinin Türk-İslam reel politiğinin İslam-Türk kimliği ısrarı hâline evirildiği bir zamanda Kürde reva görülenlere yeniden tanık olunca bir anda “Acemi nalbant, Kürt eşeğinde dener kendini” sözünü yeniden anımsadım.
Sonra düşündüm.
Sahiden ortada bir “nalbant” vardı. Ve bu nalbant maalesef hiç ustalaşmıyordu.
Bu sanırım nalbantın her defasında değişmesinden dolayıydı. Nalbant sürekli değişiyordu da! Ona mesleği, ne yapması meselesini öğretmeye yeltenenler geride bir kurallar manzumesi koyup gitmişlerdi ve o kurallar hep değişken nalbantlarca zaman(lar) dilimi içinde aynı yöntemlerde ısrarla uygulanıveriyordu.
Kürtler sonuçta o kem sözün tercümesinde olduğu gibi muktedirler için“heder olunmasına acınmayacak malzeme” idiler.
Bu uygula(n)ma evreleri Kürdün hak talepkârlıkları ile ilintiliydi. Kürt, her hak talep ettiğinde muktedir olan nalbant kendini Kürdün üzerinde deniyordu. Bütün yöntemleri, bilcümle hukuksuzlukları Kürdün üzerinde pervasızca deniyordu. Hatta öylesine ki, zaman zaman “vurmak” istediği kimilerini de Kürtler üzerinden “ıslah” etmeyi deniyordu.
İşin açıkçası yeniden bir “maslahat” ile “ıslahat” sürecine girmiş bulunuyoruz.
Kürdü yüz yıldır defalarca “döven” devlet geleneği, bir kez daha defalarca denenip sonuç alınamamış yöntemde ısrarla “dövme” gayretkeşliğinde.
Bu yöntem defalarca denendi, tutmadı. Sayısız örnekleri tarih boyunca yazıldı, kayıt altına alındı. Halklar tanıktır…
Yol yakınken bu “acemi nalbant”lıkla müsemma gayretkeşliğinden dönün…