Duygusu revan mektup
Gece yarısına sırtını dayadı vakit. Biraz sonra yeni bir günün ilk salisesine seni ilk defa görmüş gibi kalbim çarparak gireceğim. Düş zarıma öte zamanlardan kelebek kanatlı dudakların fısıldayacak şarkımızı. Sen bilmeyeceksin, duymayacaksın…
Biraz sonra bir günü daha yaşamanın o dayanılmaz zafer heyecanını içime çekerek göreceğim. Biliyorum ki seni düşünerek ömrümü uzatıyorum. Koynuna her başımı koyduğumda ciğerime saplanan o kirli düşmanı biraz daha yendiğimi his ediyorum.
Bütün düşmanların düşmanlığına aşk dökerek çökertebilseydi keşke tarih. İnsanlık sevdayı sürseydi o metruk görünümlü düşmanların yüzüne.
His ediyorum dedim ya! His etmek; kayışı kopmuş bir nesnenin paldır küldür koşması değil. Özümseyerek, tadarak, içselleyerek hazzına varmaktır. His etmek; yaşamın bir koyda denize dönüşmesinin adıdır.
Sevdiğinin kokusunu okumaktır yaşadığın ortamdan.
Ilım, biliyorum bu mektubu sana yazdığımı bilemeyeceksin ama olur ya şayet duyarsan, şayet bilirsen bir gün anla ki ciğerimde tarifi tanımsız bir düşmanla çatışmayı sırtımı güzelliğine dayayarak kovmaya çalıştım. İlaca kalsa uyurum, uyurken seni unuturum oysa unutursam ölürüm.
Gerçi dönüşü olmayan bir yoldur bu düştüğüm, fakat yollar hep gelir hayalinde kesişir.
İşte o vakit saçlarına kapılırım öte vakitlerden, dolarken beline kollarımı, rüzgar gibi izinsiz gelip tenime değen saçlarına kapılırım. Gürültülü akarsular gibi gelip alır beni içine.
Oysa içine düşmek için martı çığırışları gibi hep dolanmıştım gökyüzünü…
Gökyüzünde olup bulut olmayı özledim şimdi. Küserdin çünkü, kızardın… Hüzün sevmezdin. Bulutlara hüzün habercileri derdin. Senin gökyüzün; nasıl anlatsam, maviyi tavlamıştı. Ucuna uçurtmalar çocuk sevincini ve gençliğin en pusat uçuşunu taşırdı.
Yetmezdi! senin gökyüzün pürüzsüz şafaklardan kaynaklara serin rüzgarlar taşırdı. Kurumuş su kaynakları tadını alır doğardı serinliğine ve maviliğine…
İşte o vakit bütün ilaçlar damarlarımdan kaçardı. Çünkü sen gelirdin sımsıcak dokunuşlarınla ve derimi terk eden tüyler dokularına dönerdi. Hiç yokmuş gibi duran bedenim irkilir kendine gelirdi.
Sahibine dönerdi bedenim, aklına dönerdi…
Gözyaşlarına dönerdi.
Islanırdı hiç olmayan mezar taşım. Toprağım kazılırdı seni açardım bütün varlığımla. Bazen meneviş gözlerinin hatırına dağ olurdum. Açıp açıp goncalarını dağlara sarılırdın. Bazen başak olurdum püskülleri sarı saçlarına benzesin diye.
Sonra gün ağarırdı. Sancılanırdım yattığım yerden, uyanırdım sızıyla, elimi uzatır ellerini tutmak isterdim sen olmazdın.
Sen odanın güneyini severdin bende o yana dönerdim… dudaklarım kururdu. Gözlerim susardı. Aklım ererdi.
Ama seni düşlemekten korkmazdım. Korksam yaralı yerimde düşman sevinirdi. Sen bilmezdin. Bilsen belki çekip gelirdin.
Özleyerek gelirdin belki.
Özlemek bile durduramaz ölümü… Tabip ne yapsın özlemek durduramıyorsa bir sevgilinin ölümünü. Sevgili ne yapsın.