Enver Özkahraman

Enver Özkahraman

Çel - Çukurca (1)

Çel - Çukurca (1)

Kürtçede Çel iri kayalık, taştan tepe demektir. Çal ise çukur demektir..Konum itibarıyla da Çel,  dik , iri kayalara oturtulmuş, Irak sınırına sıfır bir ilçemiz.

Çel Türkçeleştirilirken niçin Çukurca denilmiş bilmiyorum, ama bildiğim bir şey varki Çal ile Çel biribirlerini tam tersidir. Ben Çukurcaya  Çal demektense, Çel demeyi tercih ederim..Coğrafik yapının insan karakteri üstündeki etkisini bildiğimden de, Çellilerin Çel’i gibi ne kadar sert ve dimdik olduklarını gördüm.. Tıpkı Ziyanışlı, Bılecanlı, Ertoşlu, Heşetli Talısanlı, Seranili, Erbuşlu, Güzereşli, Hırkaşlı, Deştanlı ve Tiyarlılar gibi...

Eski ilçede bulunan eski  ve iki ve üç katlı taş evler, feodal düzenin en katı  kurallı kasabalarından biri olan Çel’de KAT MÜLKİYETli olarak hala varlıklarını koruyabiliyorlar... Ama biz Hakkari şehir merkezinde kurduğumuz bir ev kooperatifinin temeli inşaat halinde iken, bir iki üyemizin, biz üst katta oturacağız diye inat etmeleri üzerine dolayısıyla bu “feodal” düşünce karşısında kooperatifi fesh etmek zorunda kalmıştık.

Çukurca’da yüzyıllar öncesinden kat mülkiyetli iki ve üç katlı taş binalar, bu günkü “kentli feodallere” inat varlıklarını sürdürmektedirler.

Hangi yıldı bilmiyorum ama Çukurca’da çatışma diye her taraf elek gibi olmuştu. Macit beyin evi de kurşunlardan nasibini almış, sarad gibiydi.

İşte en son o yıl Macit beyle birlikte gitmiştim ve görmüştüm Çukurca’yı.

Birkaç gün önce de bir işim için Narlı (Biyadır-Beadır) köyüne kadar gittim. Gitmez olaydım! Kafamın içindeki o güzel görüntülerden hiçbir eser kalmadı. Bitmiş Çel, bitmiş Çukurca!

Nerede o doğa, nerede o güzellikler? Vadi boydan boya rum rut, tıpkı Karadeniz sahil yolu gibi asfalt gelmiş, doğa oraları terk edip bilinmeyene göçmüş, gitmiş  adeta...

Düşünebiliyor musunuz, aynı günde Van’dan Çukurca’ya gittim ve  Van’a döndüm. Bu benim için inanılmaz bir şeydi. Haaa, ben gidilmesin dönülmesin demiyorum, ama ben asfaltla o koca koca çınarları, dut ağaçlarını, ceviz ağaçlarını birlikte görmek isteyen biriyim. Bir asfalt bir iki yılda gelir ve yine bir iki yılda yok olur, ama o doğa yüz yıllar sonra o hale gelemez..

Biz eskiden bir şantiyeye gitmek için Hakkari’den sabah erken yola çıkar, Sümbül dağı çığlarından sonra Axahurik’te Uygurun virajlarını serinde çıkma gayreti ile asırlık çınarların altından Şıne’yi geçtikten sonra Kanireş’teki Asuriler’den kalma dutların altındaki  pınarda veya birkaç virajdan sonra Çemê Mendo’daki asırlık cevizlerin altında nevalemizle öğlen yemeğini yerdik.

Zaten Depin köprüsünden sonra kimseye rastlayamazdınız. Heleki bir araca  rastlamak mucizeydi! Bazen bazı virajlarda ya bir askeri ünimork veya bir karayolları aracına rastlardınız ama bilinirdi ki ona yol vermek veya onun size yol vermesi hayati tehlike idi.

Şortê deresinden sonra ise bazen Macit beyin kırmızı damperli kum kamyonu görünürdü. Son yıllarda Biyadırlı Çeto da böyle bir araç salmıştı yola…

Dêra Marsava’da,  Zap’ın öte tarafında üç ev vardı, bir de Kelêtan köyünden gelen derenin Zap’a döküldüğü yerde Marşemun’un (Asurilerin lideri) kadim evinin yanında iki ev vardı, gerek seyitlerin köyü Kelêtan köyünün, gerekse Serêspi köyü için yapılan asma köprülerin çiziminden yapımına kadar emeğim geçmişti.

Her geliş gidişlerimizde, ya bir cevizin dalında cevizleri avuçlarıyla kıran veya bir dut ağacının altında yere düşen dutları yiyen bir “Bêxwedi ya hirçê” yani ayı yı görebilirdiniz, veya Zap’ın kenarında oynaşan, maskara su samuru ailesinin şaklabanlıklarını seyredebilirdiniz.

İkindi üstleri, mideleri suyla dolu keklik sürüleri şose yolda araç sesinden kaçışırlardı.

Akşam karanlığında, aracın farlarından çıkan ışığa bön bön bakan bir sırtlanın çıkardığı sesini bebeğin gülüşünden ayırt edemezdiniz.

Kınalı kayalardaki, koca koca boynuzlu 8-10 yaşlarındaki dağ keçilerini izlerken, yanınızdan geçen bir oklu “Sîxûr”kirpinin hışıltısından ürpermemeniz mümkün müydü!

Hakkari”nin Çukurova’sı, 2-3 mahsul ekilebilen bir ilçe, o derin vadilerde Asuriler’den kalma, sahipsiz incir, nar, ceviz ve üzümle karnınızı istediğiniz yerde doyurabiliyordunuz.

Biyadır köyündeki su değirmeninde Hacer Ana’nın hazırladığı saf susam tahininden yemeyen bir Hakkarili, bir misafir, bir yolcu var mıydı acaba?

Kızdığımız birilerine hep niçin “TÊREMAŞ” denildiğini merak eder dururdum.

Ama 70’li yılların ilk günlerinde Çukurca’nın bir köyünde, yerli mahsulu, mis gibi kokan ama esmer pirinç ile, MAŞ
[1] ilk kez bir arada yiyince niçin “têremaş” dendiğini o lezzet ve o gazdan sonra anlamıştım.

Gerçekten yeterince lezzetliydi, ama yeterinden fazla da gaz yapıyordu.

Cibinliğin altında bile bizi rahat bırakmayan piriç tarlaları sivrisineklerinden “Anofellerinden” ben de nasibimi alıp, yakalandığım sıtma (malarya) hastalığından kurtulmak için sol kolumda okunmuş pamuk ipliğini aylarca taşıdım. Evim de günlerce karantinaya alındı, ikindi üstleri gördüğüm kabusları şimdi tatlı birer anı olarak anlatıyorum çocuklarıma ve gençlere...

Gerek Türkiye-İran gerek Türkiye-Irak sınırında birçok köyün ortasından akan derenin öte yakasındaki evler öteki devlete, bu yakadaki evler Türkiye’nindi...

Bazı köylerde kardeşler, bazılarında amca oğulları o tarafta. Bazan bacılar oraya veya berdelli oradan buraya gelin geliyordu. Zaten Çukurca’nın kendisi sınırın sıfır noktasında, Çukurcalıların 49’daki biçenekleri Irak toprakları içinde bulunuyor ama otunu Çukurcalılar biçiyordu.

Eski gazetelere bakarsanız, Saddam’ın uçaklarının kaç kez bu biçenekleri bombalayarak Çukurcalıları öldürdüğünü ve daha sonra da bunlara kaç kez tazminat ödediğini görürsünüz.

Çukurca’dan çıkıp Serêsêvê’den Şılıko Erıj, Hırkaş, Bırcêlan ve Şivrezan köylerine giderken Irak topraklarından geçmek zorundaydınız. Bizim yaptığımız yol da Irak topraklarından geçip  bir müddet sonra Şılıko sırtlarında tekrar Türkiye topraklarına giriyordunuz. Sınırdaki yazlık çadır karakollarının eşya ve askerlerini taşıyan araçları, İl ve İlçe yöneticileri, müdürlerimiz ve bizim şantiyemizin tüm araçları bu yoldan geçiyordu, hemen tepenin üstünde de Saddam’ın Rebia’sı (Tepede çukur içinde  karakol) vardı ama her taraf Peşmerge’nin denetiminde idi. Rabia’da ki Irak şırte (asker)leri korkudan burunlarını çıkaramıyordu, çıkaranın da bir atışta bitiriyordu işlerini nişancı peşmergeler.

Zaten Saddam da sınır boyunda tampon bölge oluşturayım diye 1975 yılında o mıntıkadan güneye kadar yüzlerce Kürt köylerini boşaltmıştı (halen oralar bomboş) ama yıllarca da boşalttığı yerlere kendisi giremiyordu. Ancak Saddam’ın rejimi Dünya’ya kapalı, parası ve pulu çok olduğu için, kurşun geçirmez helikopterleri ve Rus yapımıı savaş mirajları ile  hergün, ama hergün şantiyelerimizin ve çadır karakollarımızın burnunun dibine kadar tonlarca bomba yağdırıyordu.

Hakkari ve Kuzey Irak’taki topraklarda, bir ağacı yakma veya kesme halinde bazen hemen, bazen de bir yıl sonra o ağacın kökünden 6-7 ağaç filizleniyordu. Gerek “karşı taraf arazisi” gerek Türkiye toprakları içindeki bu sarp bölgeye 10 tane koyun salsanız, inanın ki, Alman ve Amerika orduları gelse bir yılda bu koyunları bulup toplayamaz. YSE şantiyelerinde Saddam’ın, bombalarından nasibimizi almayalım diye, bayrak açıyorduk, ama direklerde değil. Irak pilotları görüp bombalamasın diye bayrakları ya bir çadırın üstüne veya bir çardağın damına iple gererek, şantiyemizi ve kendimizi korumaya çalışıyorduk.

Gelip geçen Irak uçak ve helikopterlerin içindeki pilotları görüyor bazen da el sallıyorduk. Ama ister gece ister gündüz olsun, karadaki denetim peşmergenin elinde idi. İster istemez, onlardan çay ve lüks lambaları için gazyağı gibi ihtiyaçlarımızı aldığımız oluyordu. O bölgeye peşmerge komutanı Mustafayê Nêrve’yi komutanlık yapıyordu. Sıcak bir yaz akşamı canımız rakı çekmişti, Şılıko’daki şantiyede işçilerin içinde veya köyün çeşmesinde rakı içmemiz mümkün değildi. Aldık nevalemizi ve Irak topraklarındaki yüksek yamaçta akan, suyu soğuk  pınarın başında ateşimizi yaktık, soframızı kurduk (Ahmet, Mirza, Hazer ve ben) bir ara etrafımızın sarıldığını gördük, baktık peşmergeler.

- “Ne yapıyorsunuz burada, kimsiniz?” diye bağırarak sordular.

- “Biziz, şantiyenin elemanlarıyız. Köy sıcaktı bunaldık, bu soğuk pınarın başında karnımızı doyuralım dedik.”

Birkaçı yanımıza geldi, yemeklerimizden lokmalar aldılar ve daha sonra da;

- “Ateşinizi gördük, kimdir diye merak ettik, hadi afiyet olsun.” deyip ayrıldılar.

Sonra duyduk ki komutanlarına anlatmışlar, komutan da onlara niye şişelerini kırmadınız diye çıkışmış.

Ama gelin görün ki bugün artık o köylerin çoğu, ama pek çoğu yoktur, yerlerinde yeller esiyor. Kala kala Çukurca ilçesine bağlı –yanılmıyorsam- Geremus, Aşut, Geyman (Köprülü), Deştan ve yerleri değiştirilen fakat isimleri değişmeyen Serêspi, Keletan ile Biyadır’da birkaç ev kalmış.

Hatta İlçeye bağlı belediyeli Ertoş beldesi dahil diğer köyler yerlerinde yoklar, baykuş ötüyor artık viranelerde. Hem de Müküs gibi eski bir kültür mekanı olan, Çukurca’da onlarca aşirete isim babalığı yapmış çok kadimi köyler.

Biri Marufan ile Bılecan köyleri civarındaki virane Zêdıka (Zeydıka) köyü analık yapmış Hakkari mirinin sağ kolu olan Pınyanışlılara, diğeri ise birkaç kilometre ötesinde ve Mir’in sol kanadını oluşturan Gewdan, Mamxoran, Girawi, Jîrkî, Şerefan, Êzdînan gibi 12 aşiretin ANASİ ERTOŞ (hertoş) köyü idi.

Benim bildiğim kadarıyla Pınyanışlılar Bitlise kadar, ama Ertoşiler Musul’dan Bağdat’tan tutun İran’daki birçok kentte varlıklarını devam ettirmişler. Örneğin Iraklı bir dostumun amcası, Ertoşili Mam Hûseyin Tovi Musul emniyet müdürlüğünden emekliydi...

Ş. Ahmedê Xanî’nin köyü  HAN ise bu gün bir harabe...

Son yıllara kadar Deşta Han’eye gidilmiş yayla niyetine. Artık orayı görmek de bir hayal gibi.

Ama oradaki pınarın etrafına çöreklenerek kekliklerin pınara inmesini gözetleyen kalın küt gövdeli üçgen kafalı kör yılanların küfültüleri ile koca keklikleri yuta yuta agızları bir çuval gibi açılan yılanları unutmam mümkün değildir.

Han köyü ile Güzereş köyünün doğusundaki Geraşin ve Kepir yaylalarında ise yaz boyu dört mevsimi yaşayabilirdiniz.. Etraf sıcaktan kavrulurken siz orada üşütmeyeyim diye kalın bir şeyler giymek isterdiniz. Gece gökyüzündeki yıldız deryasına dalarak uyumak için, Lüleper veya Gulgever desenli kilimlerden bir ikisini battaniye diye yorgan üstüne atmak zorundaydınız. Günlerce Akdeniz veya Ege sahillerinde esmerleşme için kumlarda güneş altında günlerce kalacağınıza, Temmuz ayında hem de bir kar yığını “KEVΔnin  yanında Geraşin’in o ultraviyoleli ışıkları ile bir saat içinde değil esmer bir tene sahip olmak, zenci bile olabilirdiniz.

[1] Baklagillerden

DEVAM EDECEK...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
22 Yorum
  • halime /

    o altın parmaklarınızdan dökülen her kelimeyi gıptayla okudum gurur duydum sizinle bir çukurcalı olarak çukurcayı bu kadar güzel anlatan saygı değer Enver Amcama saygılarımı sunuyorum.

    Yanıtla (0) (0)
  • ÇEL /

    Çel(Çukurca) çel anlamı dağ ve dağlık alanlar demek mükemel bir tarih tanıtımı yapılmış ama bir şey unutulmuş o çok öemli olan LOLYANE DAĞI lalokların ilk yerleşim birimleriden olan çok heybetli bir kale (HİNE -LOLYANE) insanlığın büyük tarihi mirasıdır ilk konuşma dilinin kelimeden cümle bağlacına geçiş dönemi yaşandığı döneme aittir bu kaleye karşı diğer kaleler ise çukurca merkez kale ve havdkan kalesi(Bahçeli saraylar) dır hine lolyane kalesinin bir deprem sunucu şuanki adıyla sıvsidan(BENEKLİ) yerleşime çökme oluşunca su kaynaklarıda yer değiştirilince lolyanenin ekim alanı olan haskel(saf ekimler yeri) susuz kalınca bölge sürekli yerleşimden mahrum kaldı .buna karşı dere yataklarındaki su kaynaklrına doğru yeni yerleşimler oluşmaya başladı lolyaneden sonra oluşan ve halen yerleşim olan kale ve alanlar merkez kale hvdkan,şeh ismail biyadır kalesi bey kalesi gibi yerler .ayrıca ünlü su kanalı olan kela hevdkan karşısındaki alanları sulama amaçlı akıdan su kanalı önemli bir mimarisi halen mevcuttur.dilin kelimeden cümleye geçiş dönemin belirtileri coğrafi isimlerden anlaşıliyor FİLOLOJİ bilimin gerği örneğin LOL YANE ve HAS KEL (LOL:konuş .LOL YANE : konuşanlar,HAS:sade KEL: ekin HAS KEL: tam ekin yerleri...

    Yanıtla (0) (0)
  • SouL /

    Sayın Enver Bey Gercekten O denLi İçten Yazmışsınız Ki Okuyunca Kendimi SizinLe Ordaymış Gibi Hissettim Yüreğine eLlerine ve Emeğine Sağlık Başarılarının Devamını Diler SaygıLar Sunarım By SouL

    Yanıtla (0) (0)
  • bıjar /

    enverbey hep yüksekovayı şemdiliği hakkariği gösterdın milete bu seferde çokurcayi ağzınızesağlık birde köylerde dulaşsaydın ne güzel manzara görecektın

    Yanıtla (0) (0)
  • eylem /

    ENVER ABİ DAHA ÖNCE HİÇ OKUMADIM YAZLARINIZI İLK DEFA OKUDUM (DİĞERLERİNİDE) ÇOK GÜZEL HELE SİZİN O RESİMLERİNİZ OLAN ÜSTÜ ABİ YA SİZ FOTOCULUK YAPTINIZ MI HARİKA ABİYA BAYILDIM FOTULARA Bİ SERGİ AÇIN ABİ YA ÇOK GÜZEL FOTOLAR VAR ELNİZDE BUNLARI DEĞERLENDİRİN BBENCE İŞTE BU DİYORUM İŞTE BU........ HARİKASIN BAŞARILARININ DEVAMINI DİLERİM SAYGILARIMLA İZMİRDEN EYLEM

    Yanıtla (0) (0)
  • kadir /

    Apé Enver, ne güzel anlatmışsınız. Uzaklarda bunları sizden okuyunca doğup büyüdüğüm o anlattığınız toprakları, çocukluğumdaki gibi, görmüş oldum. Çocukluğumdaki gibi diyorum çünkü bu anlattıklarınızdan bugün eser yok. demek ki diyarları diyar yapan üzerinde yaşayan canlılar ve kültürlerdir. Gerisi boş viranelerdir. Düşünebiliyormusuz insalar o yerleri boşaltınca o yerlerin sakini hayvanlar ve kuşlar da terketmiş. O en güzel pınarlara keklikler bile uğramaz olmuş. Neyse asıl soruma geliyorum. Çocukluğumun geçtiği zawite köyünün (sanırım 1980'lerin başı olacak) altına YSE tarafından bir köprü yapıldı. Xan yaylasının batı yakasında, hem Hakkariyi hem çukurcayı aynı anda gören "Çelé du guh" arkasındaki yaylamızda, daha yavru iken halam ile yakaladığım iki tane kewderi yavrusunu köye getirmiştim. El bebek gül bebek beyüttüğüm kekliklerimi (kewderi, türkçesini bilmiyorum) babam o köprüyü yapan YSE işçilerine vermişti. o gün dünyam yıkılmıştı. yoksa siz miydiniz?. hala helal etmedin ama bu yazıdan sonra helal ediyorum. Çünkü buraları bu kadar başka kimse anlatamazdı. Orada yaşayıp ta ve bunu o zaman şartlarında fotoğraflamayı başaran sanırım tek kişisiniz. Herhalde torunlarımıza oraları anlatmak için sizin fotğoğraf arşivinize ihtiyacımız olacak. Bunların kopyalarını sizden edinmek isterim. umarım yardımcı olursunuz. hem bu vesile ile "Kewderi"lerimin borcu da ödenmiş olur. saygılar. civan2609@hotmail.com

    Yanıtla (0) (0)
  • kawa /

    öncelikle tüm hakkarili kardeşlere selam ederim. ayrıca enver abıyede sonsuz teşekkürlerimi iletirim.memleket hasreti ne kadarda zormuş.biz gurbette hasret kaldık bu yazılara hele yazıda geçen kürtçe kelımelere.aşute köyü kelimesını duyunca gözlerim doldu.ne zamandır bu sözcüğe hasret kaldım.en güzelide çeli kelimesı varya benı çok etkıledı.iyiki varsınız hakkarili kardeşlerim sizi sevıyorum. hoşçakalın...en yakın zamanda dönecem. nevzat bekle benı dayıoğlu...kib be xer bı mınen

    Yanıtla (0) (0)
  • erol /

    bir kültür,bir millet,bir yaşam ya da bir özlem ancak bu kadar güzel bir ifade ile dile getirilebilir.bizim sahiplenemediğimiz değerlerin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlattın bize enver abi.gün geçtikçe asimile olma eğilimine giren insanımıza bir ışık olduğunuzdan eminim.dilerim bu yazınızı bütün hakkarililer okur da değerlerimize ve doğamıza biraz daha bilinçli bir yaklaşımla sahip çıkarız.parmaklarınıza, düşüncelerinize sağlık

    Yanıtla (0) (0)
  • coskun uzun /

    insanlarimizi böyle kacirdilar eger biz biz olmadimiz sürece böyle olacak yani kara denide böyle bizi köyda yni vara 6362 kisi var simdi 1348 kisi kaldi neden dersinz imkamsizli islikik yolsuzluk suzulu vesayre burda suclu önce biz sora DEVELET

    Yanıtla (0) (0)
  • garibldi /

    Anadolu da yaşayan çizgili sırtlanla ilgili en son haberi atlas dergisinde okumuştum. Yazınızda Fotoğrafını görünce çok hoşuma gitti. Fotoğraflarla desteklenmiş bir kitap yayınlasanız. Biz de alıp okusak!... Ne iyi olurdu üstad!...

    Yanıtla (0) (0)
  • ekor /

    zor spas. nivisinate pır rumete herhebiy.

    Yanıtla (0) (0)
  • muhacır /

    yazınızı okudum çok güzel.bir çukurcalı ve güzereşli olarak çok duygulandım ama keşke warê AHMEDÊ XANİ olan DEŞTA XANÊ ve GÜZEREŞ KÖYÜN,NÜ DAHA FAZLA ANLATSADINIZ iyi olurdu ÇÜNKÜ HAKKARİ,NİN kültürü O dört tarafı aşiretlerle çevrili olan XANÊ ve GELYÊ TİYARÊ DEN gelmedir ama yine de çok sevindik elinize sağlık ağzınıza sağlık saygılarımı sonuyorum.

    Yanıtla (0) (0)
  • çelli /

    sen bir tarihsin ki tarihimizi bu kadar kapsamlı ve bu kadar nalamlı doğru kaleme almışsın .seni tebrik ediyoruz saygılarımızı sunuyoruz.

    Yanıtla (0) (0)
  • Mazhar /

    Yazınızı okudum.Çukurca ve çevresini oldukça güzel yazmışsınız.Çok duygulandım ve bunun yanında çok ta üzüldüm çünkü anlatıklarınızı gördüm ve yaşadım.Tüm Çukurcalılar adına sizleri tebrik,saygılar sunar başarılarınızın devamını dilerim.Mazhar DOĞAN

    Yanıtla (0) (0)
  • mehmet önal /

    ben bir xani köylü olarak çok sevindim inşallah başka sefere daha fazlasını eklersiniz bu yorumu ekleyen kişiyede çok başarılar dilerim xani köylü olarak

    Yanıtla (0) (0)
  • gordereş /

    Yazı tek kelimeyle harika, sadece marşemun'un asuri değil de Nasturi patriği olduğunu ve bir aşama sonra, yani kürtlerin mini-dewlet derecesinde bir özerkliğe sahip mirlikleri osmanlılar tarafından merkezileştirilmeye başlandıktan sonra nasturilerin siyasi otoritesini de oynamaya yeltenmiş biri olduğu düzeltmesini yapmak istiyorum. Mamoste dest xweş, hêja ye her tiştê tu dinivîsî, pir bi keyfxoşî dixwînim, bes kurdiya te ya ew hinde kûr bo çi xwe ji tevahiya nivîsên te nadete der.. Yanî me pê xoştir e tu nivîsên xwe bi temamî bi kurdî binivîsî ku ji tenê wan çend kelimên kurdî di nav wan da.. Silav û hurmet..

    Yanıtla (0) (0)
  • mezrobotam /

    sayın enver sizleri öncelikle saygıyla selamlıyorum.yüreğinize ,elinize sağlık gerçekten güzel bir çalışmadır.umarım devamı gelir.tekrar saygılarımı sunarım

    Yanıtla (0) (0)
  • ameden suna /

    fotograftaki başarınızı biliyordum. kilimlere can verişinizi insanlara sevgi aktarışınızı da yakınen biliyordum ama bu kadar güzel yazdığınızı bilmiyordum. keyifle okudum oraya gitmeden orayı gezdim sanki.... kaleminize sağlık ve sizi çok seviyorum....SELAMLAR

    Yanıtla (0) (0)
  • BARZAN /

    TEK KELİMEYLE HARİKA ENVER BEY ELİNE YÜREĞİNE SAĞLIK.İNANKİ OKUYUNCA ÇOK MUTLU OLDUM. NERDE O ESKİ GÜNLER HİÇBİR ŞEY MAALESEF ESKİSİ GİBİ KALMAMIŞ OKUYUNCA AYNI ZAMANDA ÇOK DUYGULANDIM.BİZE BU DUYGULU ANLARDA YAŞATTIĞIN İÇİN ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM. ENVER BEY UMARIM DEVAMI GELİR SAYGILAR.

    Yanıtla (0) (0)
  • AHMET KARABULAK(BİYADIR) / 07 Kasım 2007 Çarşamba 14:41

    KELİMELER BAZEN YETMEZ YA BİR ŞEYLERİ ANLATMAYA, BEN DE BUNU OKUYUNCA BİRŞEYLER SÖYLEMEK İÇİN KELİME BULAMADIM. YAPABİLDİĞİM TEK ŞEY SESSİZ KALMAK BU ANLATILARIN KARŞISINDA. (YALNIZ; BELKİ ŞUNU DA BELİRMELİYİM Kİ "NARLI(BİYADIR)DAKİ O TAHİN DEĞİRMENİ "HACER ANA"NIN DEĞİL DE HATİCE(VE TIHA)NİN DEĞİRMENİ İDİ) AMA GENE DE TEŞEKKÜR EDİYORUZ......... AHMED'İ BİYADIRİ

    Yanıtla (0) (0)
  • sabri karagöz sinan altay ışıklı köyö / 05 Ağustos 2008 Salı 22:38

    bu güzel resimleri gürünce gerçekten çok doygolandım bunu yayınlanlara ellerine sağlık nerde eski gılol tirşik çav davkıt teğin bunlari çok özledik

    Yanıtla (0) (0)
  • ahmet tekin / 31 Ekim 2010 Pazar 20:50

    elinde geçmişe ait fotğraflar bulunan arkadaşlar lütfen eklesin bunlar son derece hoş görüntülerdir.
    yüksek ova habere teşekürler.....

    Yanıtla (0) (0)
Enver Özkahraman Arşivi

Medo

03 Ocak 2021 Pazar 13:18