Enver Özkahraman

Enver Özkahraman

Beşê

Beşê

Rahmetli Halit Sayın, Kehe şelalesini anlata anlata bitiremiyordu.

 

Bana “Git Kehe köyündeki misafirperver Meran"a benden selam söyle gerisine karışma”demişti. Ben de fotoğraf çantasını sırtladığım gibi V gibi vadinin dibinden şelaleye ulaşabilmek için köydeki ilk evden Meran"ın evini sormuştum. Önüme düşen köylü çocukları beni köpeklerden koruya koruya, evinin avlusunda Meran amcaya ulaştırmışlardı. Dut gibi bir dutun altında serdikleri keçenin üstüne kalın bir minder, dutun gövdesine de dayanmam için kocaman iki halı yastık dayamışlardı.

 

Ceketli pantolonlu birini gören meraklı köylülerden bir kaçı gelip keçeye oturmuştu.

 

 Hoş beşten sonra ben de merak etmesinler diye;

 

 
  Beşê koyun oniki yıl 12 batında 24 kuzu
  vermişti yetim sahiplerine
“Şelalenin resmini çekmeğe gelmişim” dediğimde, Meran"la köylüler birbirlerinin yüzlerine manalı manalı bakmaya başladılar. İçlerinden ellerinin parmakları ve dirseklerinin kemikleri eğri ve yamulmuş, iki cemedanili biri;

 

“Êêêê ne var şelalemizde, dünyada başka şelale yok mu? Bu kadar yolu yaya yürümek niye ki?”dedi ve başını salladı

 

“Eyvah”, “Bunlar da hazine hastası, eminim beni Ermeni sanıyorlardır.”dedim içimden. (Çünkü böylesi başıma gelmişti.)

 

Meran, hemen atılmıştı;

 

- “Burası eski bir Ermeni köyüdür. Duyduk ellerinde xelîte (harita )olan bazi Ermeni çocukları geliyorlar, bazı köylerde birlikte çıkarıyorlarmış defineleri. Allah bir gün bize de böyle birini gönderse baş tacı ederiz vallahi. Kardeş diye bağrımıza basarız.”

Donup kalmıştım…

- “Eğer sen de Ermeni soyundansan ve elinde bir haritan varsa hiç çekinme bize söyle.”demeye getiriyorlardı.

 

Dayanamamıştım, yüksek bir sesle önce amentu billahi peşinden de kelime-î şahadet î okuduktan sonra hemen  peşinden de;

 

- “Bak Meran amca ben buraya define mefine için gelmedim. Elimde de herhangi bir harita falan yok. Ben sadece şelalenin fotoğrafını çekip gideceğim. Halit bey (Halit Sayın) sizin şelaleyi ve sizi çok övdü bana. Ben de merak ettim geldim.”deyince, bu kez;

 Kehe şelalesi o yıl hayat mecmuası ve 
 kartpostallarda yerini aldı
- İyi iyi, sen de bizim bir kardeşimizsin kim olursan ol ama bak senin Kürtçen bizimkine pek benzemiyor da onun için. Dedik belki…

 

- “Doğrudur, çünkü ben Hakkarili değilim, Diyarbakırlıyım ve Hakkari YSE"sinde çalışıyorum”demiştim.

 

Diyarbakırlıyım diyince hepsi birden şaşırmışcasına; “-Yaaa” dediler.

 

Köylülerden biri:

 

- “Diyarbakırlısın ha. Diyarbakırlılar başımızın tacıdır, köyümüze hoş geldin başımız gözümüz üstünde yerin var.”dedi.

 

Meran, konuyu değiştirmek için olacak başladı şelaleyi övmeye;

 

- 30-40 metre yüksekliği vardır
- Yaz kış suyu eksilmez

- Suyu kayadaki bir delikten çıkıyor. Dere değil, doğal içilir bir çeşmedir.

- Yazın serinleyelim diye yataklarımızı oraya, hemen yanına götürüyoruz.

- Berilerimizde koyunları onun dibinde sağıyorlar.

- Sanki bizim köyün buz dolabıdır, yazın sütümüzü yoğurdumuzu onun suyuna koyuyoruz..

-Sol tarafında bir mağara var, içinde bal arıları var. Köylüler iple sarkıp balını alıyorlar. Dip tarafında Ermeniler zamanından kalma taşlaşmış bal petekleri var.

 

Derken, bir genç önümüze kilimden, koca bir sofra serdi, peşinden sofraya kokuları onlardan önce gelen koca üç lengeri (tepsiden küçük tabak) esmer pirinç geldi. Üç lengeri pirincin arasınada koca tabaklarda kehribar renginde üst üste petek petek bal ve herkesin önüne de sadece birer kaşık konularak buyur edildik birkaç köylü ile beraber sofraya.

 

Sadece piriç bal ve kaşıklı bir sofrada ilk kez bulunuyordum. Bu nasıl işti ve bunları nasıl yiyecektim. Ağırdan aldım, yan gözle onları izliyorum. Meran amca besmele ile kaşığını önce bala sonrada piriç lengerisine götürünce ben de onu taklit ettim. Aman Allahım o ne güzel şeydi öyle, balla pirinç. Değerli ve acelesi olan misafirlerine sunuyorlarmış bu yemeği. Tadı damağımda kalmıştı ki, ben de evimde bazen yiyorum balla pirinci aynı kaşıkta.

 

Sofrayı serip bizimle birlikte kaşık salan genç sofrayı toplarken Meran sigara tabakası ve çakmağını sıkı sıkı tuttuğu sol eli ile genci göstererek;

 

 

  Köyün (Kehe'nin) yolu böyleydi.
- “Bu Fahri"dir, benim oğlum sayılır, evin çocuğu gibidir. O seni şelaleye götürür.”demişti.

 

Çay faslından sonra Meran amca ile vedalaşarak ayrılmış, Fahri ile birlikte şelaleye kadar yürümüş, şelaleyi fotoğrafladıktan sonrada köyün çıkışında Fahri ile vedalaşmıştım. (O yıl şelalenin fotoğrafı ünlü Hayat mecmuası dergisinin orta sayfasında ve Hakkari kartpostallarında yerini almıştı.)

 

Aradan günler geçtikten sonra, bir gün, elinde iki kewderi (ur kekliği yanılmıyorsam) ile Fahrinin fotoğrafçı dükkanımın kapısından içeri girdiğini görmüş, tekrar o sevimli gençle karşılaştığım için de çok sevinmiştim. Hoş beşten sonra beraber çay içmeye başlamıştık ki cebinden çıkardığı bir fotoğrafı çıkarak bana uzatmış ve o fotoğrafı camlı çerçeveli bir şekilde büyütmek istediğini söylemişti.

 

Fotoğrafa baktığımda şaşırmıştım çünkü fotoğraf bir koyunun fotoğrafıydı, içimden “bana yanlış fotoğraf verdi” demiş ve fotoğrafı tekrar ona uzatarak;

 

“Galiba bana yanlış fotoğraf verdin, bu bir koyun fotoğrafıdır.”deyince O, emin emin; “He biliyem o benim Beşê"nin (alnı siyah beyaz koyun) fotoğrafıdır.”dedi. Yine içimden “yazık gençliğine, kafayı sıyırmış”diye geçirdim.

- Bu koyunun fotoğrafını büyütüp camlayıp çerçeveleyip ne yapacaksın? Sana pahalıya mal olur. Paranı başka bir ihtiyacına harcasan .

 

Sözümü keserek;

 

- Yok yok Enver abe, bu bir koyun değil, bu adeta benim annemdir. Annem kadar seviyorum BEŞÊ"yi.

 

Acır bir ifadeyle yüzüne bakarak yine içimden “yazık, tığ gibi delikanlı ama hiç belli de ettirmiyor ama tırlatmış zavallı.”

 

 

  Beşê, kendi ömründen fazla bir zamandır,
 duvardaki aile fotoğraflarının içinde yerini
 koruyor
.
Fahri yüzüme anlamlı anlamlı bakarak, sanki içimden geçenleri anlamıştı.

 

Tekrar; “Enver abê ben BEŞÊ"yi çok seviyorum. Babamız ölünce biz çok küçüktük. Önce Allah sonra Anamız Cevahir bize baktı. Ama BEŞÊ de bizi besledi. Bize tam 24 kuzu verdi, on iki yıl hep ikiz doğurdu, onun kuzuları koyun oldu bizi besledi. Evimizi onun kuzuları ile geçindirdik. Evimizde şimdi onun kuzusunun, kuzusunun kuzusu var. Evde her kes onu annesi kadar seviyor. Şimdi yaşlanmış, artık çayıra salmıyoruz. Şimdi de biz otunu suyunu önüne getirip koyuyor, onu evde besliyoruz. Köylüler ölecek, murdar olacak kesin yiyin diyorlar ama ben asla onu kesmiyeceğim. Ne zaman can verirse versin. Onun için lütfen bana  BEŞÊ"nin resmini büyüt çerçevele. Borcum ne ise fazlası ile veririm. Evde anamın resminin yanına asacağım onu.”deyince ben de Beşê"yi anlayabilmiş ve gözlerim dolmuştu.

 

 Beşê"nin fotoğrafını büyük bir itina ile büyütüp çerçevelemiştim. Fahri de resmi köy evindeki odasında, annesinin fotoğrafının yanına asmıştı köylülerin alaylı sözlerine kulak tıkayarak.

 

Daha sonra Beşê"yi ben de görmüştüm. Karnı beyaz patiskalarla sarılıydı. Sordum “niçin”diye. “Doğura doğura sol tarafının karın kısmı yırtılmış, fıtık olmuş bağırsakları sarkıyordu, bezle bağladım.”dedi Fahri.

 

O gün bu gündür önce dostum sonra ortağım sonrada kardeşimdir Fahri Adıyaman. Otuz yıl olacak neredeyse…

 

İki KEWDERİ ile gelmişti o gün, Fahri bana.

 

Yazın serinleme yeridir şelalenin dibi

 

Köylü böyle poz vermişti şelalesi ile

 

Beşê'ler hep bereket kaynağıdır, varlıktır, varlığın sebebidir. Bir beşêsi öldüğünde hüngür hüngür ağlayan bêrilerini bilirim...

 

BEŞÊ ile başlayan kardeşiliğimizin, birlikteliğimizin neredyse otuzu dolmak üzere...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
16 Yorum
  • Sinan ÖZDİNÇ / 06 Kasım 2007 Salı 10:08

    Saygıdeğer sanat ustası Enver Abimiz Hakkaride fotoğraf dükkanınız varken sayenizde fotoğraf sanatının varlığından haberimiz oldu.Gerçektende gördüğümüz kadarıylada Fahri abimizlede samiyetliğiniz abi kardeş gibiydi.Çünkü siz ailenizide Hakkariyede kazandırmıştınız.Size sonsuz Saygılarımı sunarım.Umarım hep hakkariyle yaşar ve yaşatırsınız.

    Yanıtla (0) (0)
  • ........ / 06 Kasım 2007 Salı 13:08

    Gerçekten de görülmesi gereken bir yer.Bir hafta sonu pikniğe gitmiştik köye diğilde vadinin girişi sayılırdı köyde çok uzaktı ama orda bir köyün olduğunu ve o köyde müthiş bi şelelenin olduğunu duymuştum,fotoğraflarını görmüştüm.Çünkü fahri abinin köyüydü orası.ben yakındadır düşüncesiyle yaya yola koyuldum,ha bu virajdan sonradır yada bundan sonraki virajdadır köy diye en az 5km den fazla yol yürümüşüm ama bu kadar yol gittiğimin farkında değilim çünkü doğa o kadar güzelki her taraf cıvıl cıvıl yemyeşil bi vadi vardı ve nihayet köy göründü köyün girişinde sait abiyle karşılaştım arıları ile uğraşıyordu şaşırmıştı beni orda gördüğünde ben şelaleyi görmek istiyorum dedim hemen oraya gidelim tamam gideriz hele bi soluklan ama önce evine götürdü sağolsun buz gibi koyun yoğurdundan bi ayran ikram etti.sonunda şelaleyi görmeye gittik uzaktan serin bi esinti vuruyor insanın yüzüne şelalenin suyu buz gibi altına girmek mümkün değil ama yamacında durmak bile sırıl sıklam olmaya yetiyor ve o kadar yürüyüşün ardından değdi diyordum kendi kendime.çok değerli Fahri Adıyaman'a ve kardeşi Sait Adıyaman'a sonsuz şükran ve saygılarımı bildirmek isterim.

    Yanıtla (0) (0)
  • Turan / 06 Kasım 2007 Salı 15:33

    Geçmiş...Her zaman özlem duyulan hatıralarla dolu ulaşılamaz bir sevgi pınarı. Keşke dediğimiz o kadar cok sey var ki.. Güzel günler hep eskilerde..Gelecek ve teknoloji bizlere gerçekten insanlığımızı mı kaybettiriyor? Mektupları ve o mektuplardaki sevgi nağmelerini, postacıları (ki nesilleri tükendi gibi :)) yeşil çayırları, kuzuların otladığı yerleri akan şelaleleri bile ozler olduk.. Geçmiş ve hatıraları her zaman hatırlamak gerek. teşekkürler. arada bir hatırlatın bize,

    Yanıtla (0) (0)
  • NaiL ERTUNÇ / 06 Kasım 2007 Salı 16:23

    Bu güzel yazıyı okuyunca eski hakkariyi ve Enver Abiyi ne kadar özlediğimi anladım. şimdi Antalyada yaşıyorum. Ama şimdi o eski hakkaride ve Enver abinin bulunduğu yıllara geri düne bilseydik. Enver Abi her zaman bu güzel yazını bekleriz Hakkariyi çok güzel anlatıyorsun. çok teşekkürler Enver abiye ve gazetenize

    Yanıtla (0) (0)
  • ayhan / 08 Kasım 2007 Perşembe 14:46

    merhaba değer li hocam ve bır vesıle benım guzel dayım ben sıze ne kadar tşk etsem boş olur cunku sız buyuk bır ustatsınız sızın hakkınız asla unutulmaz yazmış olduğunuz babamın bese hıkayesı bızım hakkarıde bılınmekte ve artık tum dunyada blınıyor sız buyuk bır ustatsınız ama bır yorumcu arkdaşin dediği gıbı sız hakkarı yı kazandınız hakkarıde sızı ama bır gercek hakkarı sızı asla bırakmaz sızın gıbı bır sanat ustadını bu gune kadar yazmış oduğunuz tum yazıları tüm içtenliğim le okumaktayım ve devam edeceğim sızın sayenızde gecmış hakkında bılgılerımız çoğaliyor ve bızı aydınlatıyıyor.ve benım babamla gecırmış olduğunuz 30 yılıda gecıyor bız senın elınde buyuduk ve kendımı cok şans lı buluyurum sızın hayata bakış acınız gercekte mukemmel eskıden cızmış lduğunuz resımler hakkarı halkıyla olan bağinız benı her zmana etkılemıştır ve artık yazılarınız beı başka dıyarlara atıyor bu yuzden elınıze yüreğinıze kalemınıze sağlik dayımcım ve tüm arkdaşlarımın sıze selamları var....

    Yanıtla (0) (0)
  • reşko / 08 Kasım 2007 Perşembe 15:25

    değerli yazarım 30 yıllık kan kardeşinle oturup yazınızı okuduğumuzda ne kadar duygulandığmızı kelimelerle ifade edilemiyor.biliyordum zatualinize yakıştırdığım o efsaneli isimle herkesin gönlünde taht kuracağınıda biliyordum.Eski insani değerlerimizin şimdiki yaşam biçimlerinin örnek almasnını da diliyorum. Sevgili ınwer abı bekliyoruz daha repertuvarında nice remolar nice muholar nice salolar nice sutolar ve çawuşeskolar vardır.inanyoruzki bütün bu ilim ve biliminle bu güzel eserlerinle monitor ekranlarnı süsleyeceğinide biliyoruz.bu güzel eserlerinizden dolayı size minettar vemütteşekürüz.

    Yanıtla (0) (0)
  • ali uçar / 08 Kasım 2007 Perşembe 20:56

    oh ne güzel yeşil,şelaleler ne güzel yer orası çok şanslısınız valla hakkarili olarak keşke hakkarili olsaydım ne yazık ki herkes sizin gibi şanslı doğmuyor kıymetini bilin bu doğanın bu değerlerin,sizin yerinizde olan insanın ne derdi olur ne tasası kim bilir ne mutlu insanlarsınızdır.

    Yanıtla (0) (0)
  • sedat / 12 Kasım 2007 Pazartesi 20:53

    güzel bir hikayeydi.okuduğum zaman hikayenın yarısın da birden durakladım. çünkü aynı hikayenin benzerini bende yaşadım.bizimde aile için de özelikle benim anam kadar sevdiğim kırmızı renkli bir koyunumuz vardı.bize geçmişimizi bu güzel hikayelerle canlandırdınız icin teşekkürler HOCAM.

    Yanıtla (0) (0)
  • AHMET ÇALLI / 12 Kasım 2007 Pazartesi 15:12

    Enver Abi,eskiyi ve sizi sizi gerçekten özledik ,sümbülsporu ve sizin eserlerinizi, bilmem beni hatırladınızmı çünkü görüşmeyeli enaz 30 sene oldu ben şu an İstanbuldayım yazılarınızı sürekli takip edip eskiyi ve sizi hatırlamış oluyoruz.saygılarımı sunarım

    Yanıtla (0) (0)
  • Laşer Gül / 17 Kasım 2007 Cumartesi 08:53

    Doğunun küçük ve yoksul kentlerinde şimdilerde göçle sessizleştirilmiş doğasında iyiki sizler varsınız
    yazıyorsunuz bu zenginlikleri.Yazınızı okuduğumda,şelale ve Beşeyi yeniden ve gülümseyerek yaşadım.Bizim Tunceli'nin meşhur Kutuderesi'ni geçince Munzur'un karşısına düşen ve ancak yüzerek gidebileceğiniz, yürüyerek çıkacağınız 2 taşın ortasından akan şelalemiz geldi hatrıma.Sonra sevdiğimiz keçiler,koyunlar.Adlarına nerden geldiği bilinmez isimler verdiğimiz dostlarımız.

    Hakkarili dostlarım şanslı sizin gibi bir anlatıcıları ve anlatıları fotoğraflarda yaşatmış bir güzellikleri var.Var olun.(İZmir'den selamlar

    Yanıtla (0) (0)
  • Canan YILMAZ / 29 Kasım 2007 Perşembe 17:02

    Enver Amca,ağzına sağlık diyorum çünkü sanki senin yanında ,senin sesinden dinledim bu hikayeyi.Selam ve sevgilerimle.

    Yanıtla (0) (0)
  • fısıltı / 06 Aralık 2007 Perşembe 12:49

    insanın içini cız eden bir durum ne kadar anlamlı ve bir o kadar trajik.insanların özellikle doğu insanının böylesine fedakar olmaları hiç kaçınılmaz bir hal almıştır.yapılan iyiliği aynen cevap vermek.tıpkı beşé gibi.bu bir koyun olsa bile.bazıları bunu anlamayacak belki ama cehslet ve bilmemezlik olarak yorumlayacaktır.doğunun misasfirperver ve göründüğü gibi cahil olmadığını gözler önüne sermektedir.bunu nice beşéler bize hatırlatmıştır

    Yanıtla (0) (0)
  • EYLEM ÖZKAHRAMAN / 07 Haziran 2008 Cumartesi 11:12

    AMCA YAZILARINI VE FOTOĞRAF SERGİNİ SÜREKLİ OLARAK TAKIP EDIYORUM VE OKUDUKCA BOYLE BIR AMCAM OLDUGU İÇİN GURUR DUYUYORUM SEVGIYLE KAL

    Yanıtla (0) (0)
  • eylem özkahraman / 08 Haziran 2008 Pazar 16:54

    yazılarını ve sergini sürekli olarak takip ediyoruz ve böyle bi AMCAM olduğu için gurur duyuyorum seni çok seviyoruz

    Yanıtla (0) (0)
  • fatma yavuz ayaz / 05 Ekim 2008 Pazar 22:59

    değerli hocamın böyle güzel yazılar hazırlayacağını biliyordum.çünkü o doğayı ve insanımızı seven,onlarla iç içe olmayı isteyen biridir.hocam şimdi iki çocuğum var zelal ve şiyar.sizi hep anlatıyorum onlara siz hep aklımda ve yüreğimde olacaksınız.reşoya selamlar.

    Yanıtla (0) (0)
  • evin akkuzu / 14 Ekim 2008 Salı 16:22

    merhaba hocam sizi çok özlediğimi ve sizi unutmadığımı bilmenizi isterim.Kelimeler sanatçı kişiliğiniz ve duygu dünyanızı anlatmak için yeterli değil.Muhteşemsiniz.

    Yanıtla (0) (0)
Enver Özkahraman Arşivi

Medo

03 Ocak 2021 Pazar 13:18