Sümbül'de Televizyon 2
Tırmanış için Beden Terbiyesi Müdürlüğünden birkaç sırt çantası alıp ihtiyacımız olan erzak ve malzemelerimizi hazırladık.
Her ihtimale karşı bol su ve yiyecek ile önemli bir ihtiyacımız olan AKÜ'yü taşımak için de YSE'den iki mevsimlik işçi almıştık. Bilhassa ayı saldırısından korumak için de Hüseyin Çatal ile TRT'de müstahdem İsmail Güzereşli de bizi korumak için tüfekle bizlere eşlik edeceklerdi. Bende de bir av tüfeği vardı, gönüllü olarak da yanımıza Kemal Dağgöl, İsmet Ayna ve rahmetli İbrahim Çatal katıldı.
Tırmanışta ilk anlar. Arkada Depin
Sabah erken saatte bize tahsis edilen araç bizi Sümbül'ün altındaki çeşmeye bırakmıştı. Araca: Yarın akşama doğru bizi buradan aldemiştik ardından uzun bir merdiveni andıran Sümbül'e tırmanmaya başlamıştık.
köprüsü, Hakkari yolu Zap"ın
solunda ve henüz asfaltlanmamış
Hakkari Çukurca yolu. Depin"de
Karayollarına ait bir binadan başka
bina yoktu.
Dört beş saatlik bir tırmanışla öğlen sıcağı basmıştı suyumuz bitmek üzere iken yüksek kayaların dibindeki tek çeşmeye kör yılanlardan kaça kaça ulaşabilmiştik.
Oralardaki hayvan ve sürüngenlerin tamamı su içmek için bu çeşmeye geliyorlardı. Bizim amacımız belli olduğu için hiç biri ile ilgilenmiyorduk. Yalnız çeşmenin alt kısmında dağda zamanla kopup gelen koca taşların yığılarak oluşturduğu labirent gibi in ve mağaralardan çıkabilecek bir yırtıcı hayvandan korunmak için o bölgenin kenarından ve elimizden geldiğince süratle geçmeye çalışmıştık.
O labirentimsi inlerde Ayı ile Panter (pars)gibi yırtıcıların olduğunu biliyordum. Hatta önceki yıllarda yakından dürbünle ayıları defalarca izlemiştim.
Merdiven çıkar gibi bir tırmanıştan
Su almak ve içmek için beklediğimizde, aküyü sırtında taşıyan mevsimlik işçi Ali'nin sırtında sırt çantasının altından pantolonunun kemerine kadar gömleğinin ıslandığını fark etmiştim ve telaşlanmıştım aküyü bir yere çarpıp çatlattı diye. Kendisine, Ali sırtın ıslanmış, aküyü bir yere çarpıp çatlatmış olmayasın?dediğimde Ali bana: Yok abi, çarpmadım o ıslaklık benim terimdir herhal.demişti de inanmıştım.
sonra zirveye yakın yerlerde
zımparalanmış gibi düz taşlara
tırmanmak daha zordu.
Akünün çatlaması ve kırılması halinde yanımızda görüntü dalgaları için götürdüğümüz küçük televizyonu çalıştıramıyacak ve tüm eziyetlerimiz boşa gidecekti.
Pınardan sonra tek çıkış yolu olan tahta (sallar) ulaşmıştık ki tekrar Ali"nin sırtındaki ıslaklığa bakmıştım. Islaklık daha aşağılara kalçasından kabalarına kadar inmişti. Telaşlanmıştım:
- Ali bak sırtındaki ıslaklık pantolonuna kadar inmiş, asit seni de yakabilir. Biz de perişan oluruz.
Ali yine yemin ederek itiraz etmişti, ben de ona güvenmiştim.
Çıkışın en zorlu yerinde hepimiz emekler gibi dört ayak yani ellerimizi de yere koymak sureti ile tırmanabiliyorduk ancak.
İki saatlik bir tırmanış bölümü çığ yatağı olduğu için, taşlar zımparalanmış gibi pürüzsüz, cilalanmış gibi kaygandı, karlar ise taş gibi sertleşmişti.
Çatlak akünün kapağından sızan asit
Bir saatlik dört ayaklı tırmanışta en önde sırtında aküsü ile Ali, onun arkasında Kemal Dağgöl vardı. Onların arkasında da ben tırmanıyordum, diğerleri biraz arkamızdan...
giysilerini lime lime edince, Ali
arkadaşımız elbisesiz kalıp perişan
olmuştu. Elbiselerinin sağlam kalan
parçaları ile tıpkı Tarzan gibi
hayalarını örtmekle yetinmişti.
(Değişik pozları var ama, vermeyi
uygun görmüyorum.)
Bir ara önümdeki Kemal Dağgöl'ün taşa uzanarak kahkaha ile gülmeğe başladığını gördüm, şaşırmıştım. Ortada bayılırcasına gülünecek bir şey yoktu, sinirli sinirli Kemal"e çıkıştım:
- Yoruldun değil mi? Gülmeyi de bahane ediyorsun. Ne var kimin g..ü dışarıda? Hadi yürü de biran önce kurtulalım buradan
Kemal gülmekten, konuşma fırsatı bulamıyordu. Ancak eli ile önümüzdeki Ali'yi İşaret etti. Ben de kafamı kaldırıp önümüzde emekleyerek tırmanan Ali'ye bakığımda gördüğüm manzara karşısında gülme krizine girip Kemal'in yanına sıcak taşın üstüne yığılıp kaldım.
Bir taraftan da fotoğraf makinemin denklaşörüne 2-3 kez basarak, Ali"nin arkadan tıptı bir erkek aslana benzeyen uzuvlarını dondurmuştum.
Zirveye yakın yerlerde bir saten fazla
Ali de bizim kahkahalarımıza sinirlenmiş olacak ki, ellerinin ve bacaklarının arasından bize bakıp bağırdı:
bir tırmanışı böyle yapmak
zorundaydık. Bırakın ayakta yürümeyi
ayakta durmak bile insanın başını
döndürüyordu..
- Ne var kimin G.tü dışarıdadır? Ne bakıp bakıp kakıldıyorsunuz öyle?
Kemal kahkaha ile karışık bir sesle cevap verdi:
- Se se senin gg tüne gülüyoruz. Senin g.tüne
Gayri ihtiyari elini poposuna götüren Ali, yırtık yerden eli uzuvlarına değince de kendi kendine küfürü basarak, kızgın taşa oturdu.
Şaşkın ve morarmış bir suratla sırtındaki çantayı itina ile yanına bıraktı.
Neden sonra, gülme krizinden çıkmıştık ve hemen sırt çantasını açmış aküyü çıkarıp kontrol etmiştik. Üst kapağına yakın bir yerde enine bir çatlak vardı aküde. Anladık ki Ali eğildikçe de o çatlaktan asit sızmış ve sırtından aşağı pantolonuna kadar ıslatmıştı.
Bir taraftan çocuğun poposuna asit bir şey yapar mı diye, fikir yürütmeğe başladık, bir taraftan da asiti eksildi diye akü işimizi görebilir miydi diye hayıflanıyorduk.
Çocuğun gömleğini, pantolonunu çıkarttık ama asitli yerler hemen döküldü.
Zirveye yakın bir yerde ben, rahmetli
Bunun üzerine telaşlandık içecek suyumuzla kalçasını iyice yıkayıp elbiselerinin parçaları ile kuruladık. Yukarda buzlaşmış karları görüyorduk, çocuğa çaktırmadan hızla karlara doğru tırmanmaya başladık. Ali pantolonunun paçaları ile Tarzan gibi hayalarını örtebilecek bir şekilde en arkada tırmanıyordu. Karlara ulaştığımızda da mola verdik. Ali"yi karlara oturtup arka kısmını karla ovup iyice yıkamasını istedim.
İbrahim Çatal ve Kemal Dağgöl,
arkamızdaki Hakkari görülsün diye
böyle poz vermiştik
Daha sonra karnımızı doyurup tekrar tırmanmaya başladık. Zirveye çıktığımızda da akşam olmak üzereydi.
Biraz dinlenip dürbünlerle etrafı gözetledikten sonra akümüzün kablosunu küçük televizyona bağladık ve başladık dalgaları karıştırmaya.
Komşu ülkelerden birçok kanalı çok net izleyebiliyorduk, hatta İran"dan sanatçı Guguş, Iraklı Semire Tevfik"in bir proğramını izledik ama Türkiye"den bir görüntüyü yakalamamız mümkün olmadı tabi.
Akü bitinceye kadar da kurcaladık durduk televizyonu. Dürbünle güneydeki Irak kentlerinin ışıkları ile Van"ın ışıklarını rahatlıkla görebiliyorduk.
Gece geç saatlerde uyumak için önceden belirlediğimiz kuzey tarafta 100-
Sümbül bu! Görkemine doyum olmaz!
Sabaha kadar uyuyamamıştık.
Ortalık aydınlanınca, ben bir kağıda çıkış tarihimizi ve nedeni ile ismimi yazarak koyduğum şişeyi gömmek için, arkadaşlar da markasını kopardıkları aküyü gömmek için diz boyu birer çukur kazıdık ben şişeyi koydum arkadaşlarda aküyü çukura koyup üstünü toprakla örterek inişe başladık.
İniş bizim için tırmanıştan daha zorlu idi. Dizlerimiz tir tir titriyordu, direncimizi yitirmiştik ama yine de kazasız belasız Depin"deki karayolları şantiyense kadar inmiştik.
Şantiye bekçisi Hacı Adıyaman'dan eski bir pantolon alıp bizim Tarzan Ali"ye giydirmiş ve bizi bekleyen araçla Hakkari'ye varmıştık. Görüntü olmadığı halde ateş yaktığımız için bize sitem edenler oldu, biz de üşüdüğümüz için geven yakmak zorunda kaldığımızı söyledik.
Çok yorulmuştum ben, birkaç gün ara vermiştim ki arkadaşlar tesadüfen Devlet hastanesi nin karşısında Katramas suyunun öte yakasında bir noktada bir görüntü yakalayabilmişlerdi ve oraya kurulan yansıtıcı ile Hakkari'ye DEVLET görüntüsü verildi. Çoğu zaman pijama çizgili bir radyo gibi, tabi ki.
Pijamalı radyo, TV karışımı yansıtıcımız 1981 yılına kadar görevini başarı ile yürüttü. Hakkari"ye çizgisiz ve karıncasız görüntü veriyoruz diye Cunta hükümetinin Paşa Başbakanıyla şaşalı açılış törenlerindeki:
O dönemin Komutan Başbakanı |
- Sevgili Hakkarililer siz her şeye layıksınız, Tv"niz hayırlı ve uğurlu olsun
Nutuklarından sonra da Hakkari, sıhhatlı bir DEVLET görüntüsü göremedi. Nihayet bir, birbuçuk yıl sonra büyük masraflarla Merzan tepesine yapılan binalar ve kurulan yansıtıcılardan sonra sesli görüntü geldi Hakkari"ye. Sessizce bu kez tabi...
Biri yedi, biri yedi saat bir çeyrekte çıktığım Sümbül dağına, bizimle alay eden ve: Ben SÜMBÜL"e 7 saatte çıkar ve inerim diyen değerli arkadaşım Kerimullah Bekirağaoğlu ise Sümbül"e çıktı çıkmasına ama ancak 48 saat sonra inip kavuşabildi sevdiklerine.
Tabi o günler telaş ve üzüntüsü beni de sarmıştı ailesi kadar.
Hakkari"liler için, bin kez Sümbül"e çıkar inerim, ama bugünkü aklım olsaydı, bu anlamsız programlarla, bu KANALLARIN! Hakkari"ye gelmesi için, değil Sümbül"e çıkmak, kılımı bile kıpırdatmazdım inanın.
Devam edecek
Yazının birinci bölümünü okumak için tıklayın!
Tırmanışın bir kısmında dinlenerek susuzluğumuzu karpuzla gidermeye çalışıyoruz.