Ka Kurdistanim ka?
Victor Hugo der ki; "Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz, Bizse ortadan kaldırılmış yoksulluk."
Şimdi bunun gibi bir şey olsa yani yoksullar yararına bir gece tertip edilse, katılır sazınıza mızrapla vurur durursunuz. Belki kırbaçlarsınız sesinizin özgür tonunu, "Hey Feleké Xayiné" diyerek.
Yoksullar sizin sesinizden, sazınızdan sonra yarım ağız dolu lokma yiyecek belki; fakat sonra yine yoksulluklarının yeni hayal kırıklığıyla yaşamayı sürdürecek.
Ama böyle bir şey değil.
Senin isyan sesinle, dünyaya zembereği kopmuş gibi haykırdığın Kürdilerin anayurduyla ilgili bir şey bu.
"Ka Kurdistanim Ka?" diye sorduğun o ülke ile ilgili.
Sizin kadar kimse bilemez bunu…
Öz yurdunuzdan sürgün edilmişliğinizi…
Yurttaşlıktan dahi atılmışlığınızı…
Sizin Kürdilerinizi dinledikleri için, "terörist" ilan edilenleri… Hüküm giyenleri… Dövülenleri, sövülenleri, işkence tezgâhlarından geçenleri…
Dinlerken sizi kasetçalarlardan, hüngür hüngür ağlayan anneleri, babaları…
İliklerine kadar hissedip Kürdilerinizi, dağa çıkanları…
Hasreti, kahramanlığı, yoksulluğu, devrimi, yakılan köyleri, dara geçirilmiş Kürt liderlerini, tarih yazmış dünya liderlerini yani Ape Ho’yu, talanı, Soykırımı…
Ret nedir? İnkar ne?
Siz bilirsiniz…
Hani mezarlık mahallesinde, sizin el altından satılan videokasetinizi, mahalle başlarını nöbet tutarak izleyenleri de bilirsiniz…
Bir jenerasyonun içinden geçen başkaldırıyı sesinizin denizinde serinletenleri çok iyi bilirsiniz…
Bir milletin kan kızıl öykülerini, dağlara, ovalara, derelere, nehirlere bırakıp, dağlaya dağlaya okumalarınızı da…
Nasıl anlatsam; "Kinem?" diyerek, Seyda Cegerxwîn’in kudretli kaleminde can bulan ülkemin ve ecdadımın soy geçidini…
Sizin gibi anlatıp, çığıramam.
Babası bir gece yarısı ülkesinin suni sınır boyunda askerlerce vurulmuş bir bebenin başında yakılan ağıdı "De lorî lorî, kûrêmın lorî/bavê te kuştîn, dayîk tu gorî" kimse sizin gibi pınarından içip okuyamamıştır…
Ülke sevdasını, yurt özlemini, aşkı bir siz uçururdunuz sesinin palazından kartal gibi…
Ama görüyorum Halepçe gibi, “Her derî girte mij u dumane” olmuş dünya ve bu dünyada yeni Halepçeler yaratan Roboski mimarlarına Kurdi okumaya gelecekmişsiniz…
Duydum ki; Amed’e gelip, özlem duyduğunuz, haykırarak sorduğunuz ülkenin başkentinde, halen topraktan kafasını çıkarmaya çalışan Kürt kardeşlerinizin kemiklerinin huzurunda Kürdiler söyleyeceksiniz.
Keşke Kürdilerinizi yasak, şahsınızı sürgün ve yurttaşlığınızı ret/inkar edenlerle bağlamanıza dokunarak söylemeseydiniz.
İnsanın içi nasıl yanar böyle durumlarda bilirsiniz…
Bu durum, insanın kırk yıl beklediği mektubu yanarken görmesine benzer… Daha ateşi üstünde, daha kül olmamış gibi…
Bu durum, daha dün Roboski’de katledilen Kürt çocuklarının soğumamış bedenleri üzerinde, o pörçük pörçük bedenleri görmemeye benzer.
Söylememe gerek yok çünkü zaten siz bunu bilirsiniz…
Hala tek tek vurulan Kürt çocuklarını, gaz bombası sıkılan şehirleri, gece baskınlarını, kalekolları, tabur tabur askerleri, örülmeye çalışılan duvarları, kapatılan sınır kapılarını hala duyuyorsunuz…
Gelmeyin diyemem, ülkenizin toprağını avucunuza almayın diyemem, hasret ateşinizi söndüremeyin de diyemem.
Hakkım yok buna.
Ama
Siz insafsız bile değilsiniz! Dedirtmeye fırsat vermeyin…
Biz yoksullukları, yoklukları, kendi ülkesinde haymatlosluğu iyi biliriz…
Biliriz… Ve onun için "Keklik takımı" olmamalıyız.
Alnımıza kazılmış ve sürdürülmek istenen yurtsuzluğu bozguna uğratmak için dişimizle, tırnağımızla, avazımızla silmeliyiz…
Yok böyle bir alınyazısı, varsa da biz kabul etmiyoruz demeye devam etmeliyiz…