İnsanlık ölmemiş
Trabzon’lu Mehmet emmi (Mehmet Avcıdırlar) Fotoğrafçıların piri, fotoğrafçıların Evliya Çelebisiydi. Bana fotoğraf konusunda çok çok iyilikleri olan bir insan. 1970'li yılların başında tanıdım onu. Bir gün Fotoğraf dergisi bürosunda karşılaşmıştık hiç paramın olup olmadığını sormadan;
-Kalk.. Dedi. Bir vitrinde çok güzel bir fotoğraf makinesi var. 50 mm ve 1.1:4 objektif sanırsın öküz gözü al o makinayı, bana dua edersin. Girdi koluma. Kaç sokak dolandık bilmiyorum, bir vitrinin önünde durduk, parmağı ile vitrindeki Asahi Pentax fotoğraf makinesini göstererek
-Aha işte bu makineyi al.
Dediğini yaptım yapmasına, pahalı makineyi aldığım için de ertesi gün İstanbul'u terk etmek zorunda kalmıştım, parasız kalırım endişesiyle.
Ama dostluğumuz yıllarca sürmüştü.
Bundan birkaç gün önce Hakkari Fotoğraf Sergisi için İstanbul'dayım. Hem de yıllar önce Emmi'nin beni koşturduğu o caddeler o sokaklarda, Nişantaşında. Yine bir Trabzonlu, Van'daki el sanatları atölyelerimizi gören saygın bir Trabzonlu Servet (Harunoğlu) bey. Bu kez belki birkaç kıza faydası olur diye bir vitrinde gördüğü çakıl taşından yapılan kedi suratlarından gösterecek bana.
Kaç sokak yürüdük bilmiyorum ama bulduk çakıl kedileri. Örnek olsun diye 3 adet aldı, 30 lira verdi Servet bey. Van’daki atölyelerimizde, bizim de çakıl taşı taneciğinden Van kedisi yapmamız mümkündü ama mıknatıs ve küçük plastik gözlerden bulmamız gerekiyordu.
Servet bey ısrarla;
-'Tahtakale'den alırım' dedi
Ben de ona zahmet olmasın diye ve ısrarla
-Benim de Tahtakale'de işlerim var, siz zahmet etmeyin ben yarın muhakkak alırım dedim.
Hem İstanbul'dan, Van'daki kızları, vitrinde gördüğün çakıl taşlarıyla bizi düşüneceksin hem de Tahtakale'ye gidip sokak ve hanlarda mıknatıs ve plastik kedi gözü arayacaksın, olmazdı öyle şey.
Ertesi gün Hakkari Fotoğrafları Sergisi'nin açılışı da var ama olsun yetişirim diye 1 Haziran Salı günü erkenden uyandım. Önce Perşembe Pazarı'ndan bir adet ahşap yakma makinesi alayım, peşinden de Tahtakale'ye yürüyerek Galata Köprüsü'nden geçip gitmeyi düşünmüştüm.
Sabah saat 09.00 suları, Perşembe Pazarı'ndaki işportacılar açmamış, 'Tahtakale'ye gideyim orada işimi bitireyim sonra buraya uğrarım' düşüncesi ile Galata Köprüsünün alt kısmından Eminönü'ne doğru yürümeğe başladım. Daha ilk adımda dona kaldım. Melek yüzlü bir kadın kaldırımda uyuyor. Birkaç dakika baktım ona.
-"İNSANLIK ÖLMÜŞ" dedim içimden, 'işte sana GAZZE' dedim. Üzülmüştüm sabah sabah ve köprünün orta yerindeki deniz araçlarının geçiş yerinden merdivenleri yavaş yavaş çıkmaya başladım, yukarıda merdivenlerin orta yerinde başında Doğu Anadolu kadınlarının örtündüğü acık mor renkli tülbentli bir kadın ve çocuğu, korkuluklardan Haliç'in sularına bakıyordu.
-İçimden 'belki denizi yeni görüyordur' dememe kalmadan, kadıncağız yerinde zıplayarak hızlı hızlı el çırpmaya başladı, bir tehlike olduğunu anlamıştım. Çünkü Doğu Anadolu'da(aslında Yezidilerin bir geleneği) bu tür el çırpma üzüntü vesilesidir.
Merdivenleri ikişer üçer çıktım aşağı baktım, Haliç sularının birkaç karış dibinde kırmızı bluzlu, siyah etekli bir bayan görmüş çok şaşırmıştım, etrafa baktım kimseler yok.
Var gücümle,
-İmdaat yetişin araba çarpacak araba. İmdaaat diye bağırdım. (şimdi o an neden öyle saçmaladığımı bilemiyor ve anımsadıkça da gülüyorum).
Kadıncağız da hala var gücü ile el çırpıyor ve
-Boğulmiş buuu, boğılmiş buu diye bağırıyor..
Ben neredeyse kendimden geçeceğim. Rast gele atölyemdeki kızların isimlerini
-Meryem, Hatice, Seden, Esma, Fatma çıkın uleeen boğulacaksınız, imdaaat kurtarın, diye bağırıyorum. Yanımızdaki kadının çocuğu merdivenden yukarı koşuyor, köprünün güvenlikçilerinden biri ile geri geliyor, güvenlikçi sudaki kıza bakıyor koşa koşa yukarı çıkıyor elinde kırmızı bir can simidi ile geri geliyor ve simidi suyun altındaki kızın yakınına fırlatıyor dalgalar oluşuyor suyun dibindeki kızın bluzu omzuna doğru açılıyor boğulmak üzere olan kız sağ eli ile bluzunu aşağı indiriyor, çıplak sırtını örtüyor.
Yaşadığını hissettim ve kilim atölyesinde çalışan kızlara söylediğim sözler aklıma geliyor o an.
-'Yaşıyor geri zekalı yaşıyor sırtını örttü, sırtını örttü' diye var gücümle bağırıyorum ama kimse kızı kurtarmaya gitmiyor. Köprü güvenlikçisi elinde bir sırıkla geldi. Ben bu kez kendi kendime küfürler, hakaretler etmeye başladım.
-'Her moku öğrendin ama yüzmeyi öğrenmedin' diye bağıra bağıra kendime küfürler, hakaretler ediyorum. Belimdeki çantayı sökmeye çalışıyorum, atlayacağım kızla birlikte sulara gömülüşümüz geçiyor gözlerimin önünden, bir taraftan da avaz avaz bağırarak saçmalıyorum. Ve nihayet sağ taraftan biri atlıyor suya, elbiseleri ile ve bu kez sevinç nağrası ile var gücümle bağırıyorum..
-"İNSANLIK ÖLMEMİŞ, VALLAHİ DE BİLLAHİ DE İNSANLIK ÖLMEMİŞ"diye bağırıyorum gözyaşları içinde. Fotoğraf makinem geliyor aklıma o an ve hızla çantamdan çıkarıyorum denklaşöre dokunuyorum.
Kahraman adam kızı köprünün ayağına kadar getiriyor. Alt basamaktan güvenlikçiler uzanıyor kıza, yardımlaşıyoruz kızı zar zor alıyoruz yukarı. Ama kurtarıcı kilolu onu çıkarmak daha zor oluyor. Kanayan bir burun ve göğüs sıyrıkları ile çıkıyor yukarı onun elini öpmek geliyor içimden ama o boylu boslu 'GÜVENLİKÇİ'lere kızıyorum için için.
Ölmek isteyen kız döndü duvara kalakaldı öyle, deniz kızı heykelinin duruşu ile.
İyi bir aile kızı, her hali ile. Kurtarıcı insana ismini ve telefon numarasını sorma cesareti ni bulabiliyorum kendimde gözyaşları ile. Gaziosmanpaşa Belediyesi'nin taşeron firmasında ÇÖP'te çalışan FİKRET GÜNALAN Ordu Mesudiye'den.
O boylu boslu korumalara çatmamak o güzelim kızımın (-Buna ne hakkın vardı.?)diye sorup kalbini kırmamak için ayrıldım oradan. Köprünün diğer ayağından inerken, polis ve ambulansı fark ettim. Ağlaya ağlaya geçtim köprüyü, dolandım Tahtakale sokaklarını önce mıknatısı buldum, herhalde adam bir derdimin olduğunu sezinlemişti ki çok yardımcı oldu, plastik gözleri nereden bulacağımı sordum, adam dükkanını komşusuna emanet
etti, hanın kapısına kadar geldi, bulacağım yeri tarif etti.
Akşam üstü Cemal Reşit Rey Sergi Salonu'nda Hakkari Fotoğrafları Sergisi'ne gittim gitmesine ama inanın kimler gelmişti, kiminle ne konuştuğumu, gece uyumaya çalıştığımda anımsamaya çalıştım. Gün ışıyana ve bir ertesi gün öğlene kadar kendimle değildim. Daha sonra bir iki saat uyuduktan sonra aklım başıma gelmişti. Trafik kazalarında, kar çığlarında ölümle burun buruna gelen insanlar görmüştüm ama suda ölümle burun buruna olan bir insanı ilk kez gördüğümdendi kabusum.
Not: Hakkari Folklorunu yazmaya devam edeceğim.
Solda fotoğrafın Evliya Çelebisi Mehmet Avcıdırlar ,Adem sönmez ile..
(Fotoğraf Adem Sönmezin sitesinden)
Bu fotoğrafı İstanbul’un göbeğinde Perşembe Pazarı'ndan Galata Köprüsü'nün hemen girişinde sabahın ilk saatlerinde çekmiştim. Kendi kendime hem de yüksek sesle İNSANLIK ÖLMÜŞ dedim. Bu görüntüyle GAZZE karıştı biribirine. Bu nur yüzlü güzelin bu fotoğrafını çekmemeliydim diye düşündüm, bir an önce oradan koşarcasına ayrılmak istedim.
O insan atlamasa kesin ben atlayacak ve beklide kızcağızın kesin boğulmasına ben sebep olacaktım. O suya atladıktan sonra göz yaşlarımı tutamamış, fotoğraf makinem aklıma gelmişti.
Genç güvenlikçiler (Neyin güvenliği acaba.?)Suya atlayacakları yerde birkaç karışlık sopayı uzatmaktan başka bir gayretleri yoktu. Ama 50 yaşlarındaki kahraman çöpçü gözünü kırpmadan atlıyor suya.
Kilolu olduğu için Kurtarıcı kahramanı yukarı almak daha zor olmuştu..
Çok değil daha birkaç dakika önce O nur yüzlü ihtiyar anneyi sanki kuş tüyü yataklardaymış gibi, Perşembe Pazarı kaldırımında uyurken gördüğümde İNSANLIK ÖLMÜŞ demiştim. Ama nereden bilecektim Ordu-Mesudiyeli Fikret GÜNALAN
Birkaç dakika sonra gözünü kırpmadan elbisesi, cebindeki birkaç liralık kağıt parası ve cep telefonu ile Haliç’in sularına dalarak, baharında bir canı kurtararak İNSANLIĞIN ÖLMEDİĞİNİ ispatlayacaktı.