İrfan Sarı

İrfan Sarı

İçerde kalan yazılar: Kar Kokusu

İçerde kalan yazılar: Kar Kokusu

“Yağ ey kar
Diren ey tomurcuk
Sen buralısın, ben buralı…”
(Mîhemed Roni çevirisiyle Arjen Arî)

Hasbelkader yolunuz Yüksekova’ya düşmüşse ve yağan kar karşısında hayretler içinde kalmamışsanız; Kanadalı, Sibiryalı belki Kars ya da Erzurumlu da olabilirsiniz. Bu şehir çok namlıdır. Bu namlardan bir tanesi de kışın çok kar yağıyor olmasından gelir. Şehre vazifeye gelmiş kimselerin anıları arasında mutlaka karda çekinmiş fotoğraflar yer tutar. Kar hikâyelerinin içinde olduğu anıları için bir şey söyleyemiyorum ama mutlaka yaşadıkları süre içinde kendine mahsus bir kar hikâyeleri de vardır diye düşünmeden alamıyorum kendimi.

Kış ayları başlar başlamaz yağmaya başlar ki, adam boyunu aşar. Geceler ve günler boyunca yağar kimi zaman. İlk kışla yağıp, toprağın ağzını ıslattıktan sonra eriyip ama üstüne hatırı sayılır yağışı ta ilkbahar aylarına dek kalkmamak üzeredir. Şahsen, ilkbahar aylarının sonuncusu Mayıs’ta hala toprağı sıkı sıkıya saran karlı günlere çok tanıklığım vardır.

Hani kar festivallerine konu başlığı olabilecek ölçüde bir ihtişamı olduğunu da söylemeliyim. Aslında şikâyetlerimiz olsa da kardan yana, onsuz bir kışı da kış bellemiyoruz. Kar yağacak, kısa bir yürüyüş sonrası dahi omuzlarının üzerine çökecek ki onun kar olduğuna inanalım. Çok değil evden çarşıya ya da tersinden gittiğimiz yol süresince kafanızın üstünde ve omuzlarınızda kar bir yükselti yapmamışsa, kar değildir yapan. O hesap yani.

Eğer toprak damların üzerine iki kar küreği ağzıyla, aynı tabakayı kürememişseniz zaten yağan kar değildir. Saatler boyunca küredikçe bitmeyen kar, şanına yakışırca yağan kardır. Evet, zordur – zahmetlidir ama bir gerçektir. Hayatın içindeki önemli bir parçadır. Oğlumuza – kızımıza nasıl ki düğün yapmak bir gerçek vazifeyse, kar için de öyle hazırlanmak vazifeler arasında olur. Ekonomik külfeti vardır elbette. Aile boyu; kazak, kaban, sako, bere, kadifeler, ayakkabı – hem de kaymayandan – alınmalı. Yoksa sokağa çıkmak imkânsız olur. Bunların yanı sıra odun – kömür mutlak olmalı. Olmaması durumunda, bahara ya kardan adam ya da buzdan heykel olup çıkar insan (Tabii, bu durumu düşünmek dahi istemiyorum fakat üzülerek belirtmek gerekiyor ki bu durumda aileler var ve kış ile kar, onlar için tarifi imkânsız bir şekilde zor geçer).

Karla birlikte bu mevsim, don yaşar. Sis olur. Biraz gür kaşlı ya da bıyıklı iseniz yürüme mesafelerinde buz bağlar. Bir anda fiziksel farklılık yaşamış olursunuz. Hani kırağı kaşlı ve buz bıyıklı oluverilir birden. Felaketin habercisidir de köyler için, özellikle yolların kapanması ve çığ düşmeleri açısından. Tipisi, fırtınası yol yittirir – kaybettirir.

Ama onu hayatın içindeki gerçek olarak görüp, onunla yaşamaya alışınca işin bir de romantizmine varmak da mümkündür. İnceden serpiştirince altında yürümek ve giderek taneleri büyüyene dek sürdürmek yürüyüşü; hele karanlıkta, sokak lambalarının sarı ışıkları altında akışını seyretmek o işin tadına varmanın güzel bir anısı olarak kalır insanda. Kartopu oyunları ile çocuk – genç – yaşlı bir dolu eğlenir – güler ve yorulur. O kalın giysilerin altında yorgunluğun ilk belirtisi: ter bedenden sımsıcak akar. İnsan duyumsar bu akışı. Sonra saatlerce kardan adam yapmak… Hayalinizin gücü oranında güzel, çirkin, anıt… Bir de fotoğraf çekinmek vardır ya da yeni nesil ‘selfie’ yapmak! Anında dünyaya iletilebilir teknoloji çağı…

Bir de yolunu şaşırıp çıkmışsa güneş; şöyle azıcık, taze yağmış kardan yorgunluk anında bir avuç yemek, boğazdan mideye ulaşana kadar yarattığı serinliğin o bitimsiz tadı… Göz açıp kapayana kadar süren kartopu oyunları bazen saatler boyu sürmüştür ve beden, uyuma isteğiyle dolar. Kar hikâyelerinin hayalleriniz oranında bitmez tükenmez söylenceleri yıllarca sürer. Bazen bir kızak sırtında kayış, bazen bir naylon leğen, bir plastik parça bazen, metal bir aksam, bazen bir korniş üzerinde kaymayı uzun süre unutamaz ve her denk geldiğinde, söylenceleriniz arasında tutarsınız. Pencereden dışarı bakıp, günlerden yağan ve gözünüzün alabildiği kadar geniş alandaki yağışı, dışarı çıkmanızda üşengeçlik yaratır. Evin sıcaklığından çıkmak istemezsiniz. O vakit koca koca dağ silsileleri; yağan kardan ufuk çizgisi olmaktan çıkmış, ucu bucağı belli olmayan, upuzun sonsuzluğa dönüşür. Sonsuzluğun beyazlığı içinde hayalleriniz uyanır, dalıp gidersiniz… Pencereye bir daha bakarsınız, bir daha ve yeniden… Kar tanelerinin iyice irileştiği ve hiç yağmamış gibi akışı devam ediyordur. Saatlerce, vakitlerce… Günler ve geceler boyunca… Ne zengin dinler, ne yoksul! Her damın, her çatının, her bahçenin, kapı ağzının, okulun, caminin, dükkanın, mağazanın üstüne durmadan yağar…

Odun sobalarının sac levhaları, bitmek tükenmek bilmeyen beyaz esaretin yağışına inat, durmadan tutuşturulmaları sonucu ateşin rengini alır. Uyanmış bir çocuğun yanağına düşen kızıllık gibi… Ateşten çıkan cızırtılar odanın sessizliğine ses olup dağılır. Çinko çaydanlıktaki su fokurdar. Yavaş yavaş kaynayan suyun buharı, çaydanlıktan yükselir ortamın yüksekliğine doğru… Anılar, hayaller, koşarak gelir aklına ev halkının. Evin içindeki gündelik işler çarçabuk bitmiş ve sobanın sıcaklığının etrafına toplanılmıştır.

Bu beyaz elbisenin içinde bu şehir diğer mevsimlerin telaşlı, koşturmalı halinin aksine durgundur, ağırdır, düşüncelidir, yorgundur. Sürüp giden hayatın ağır yükünü bir parça hafifletmek adına kurulan düşler, planlar, projeler belleklere kaydedilir. Zamanın zembereğinde büyümeye başlayan düşler fırsata dönüşmek için mevsimleri bekler… Bazen hayal kırıklığına dönse de, hayata başarılarıyla monte olanlar da olur. Bu elbise düş barındırır. Bu şehir, bu mevsimde düş açar. Düş…

Beyaz ve ıssız düşer ovanın üstüne kar. Filtresiz bacalardan dumanlar yükselirken o parıl parıl beyaz şehrin elbiseleri kirlenir sonra… Griye çeker rengini. Beyaz kirlenir. Sessizliğin altında kalan toprak ve yeryüzü bahara açacağı renklerin hazırlıklarına koyulur bir yandan… Yaşam, yer kabuğunun altında hareketlidir. Kar ve su, toprak yeryüzü aylar boyu süren sevişmelerin tohumlarını patlatmaya hazırlanır. İki bedenin birbirine dokunuşu, iç içe geçişini andırır.

Aşkın ihtirası, kıskançlığı, bağlılığı kar kokusunun yayılmasıyla doğanın ihtişamlı gösterisine dönüşür. Direniş, isyan, devinim tavınca dövülür…

Yağdıkça kar, yayıldıkça kokusu yeniden başlayacak bir hayatın da habercisi olur. Kapitalist moderniteye inat; emeğin, işçiliğin, proletaryanın doğasını sunar.

Bilen bilir! Kar, kar kokusu ve o pırıl beyazlığı bu şehrin müdavimlerinde bağışıklık yaratmıştır. Diz boyunca adımları kara batanlar çok daha iyi bilir, kopamaz insan bu şehrin havasından, mevsimlerinden… İçine işlemiştir bu şehir.

Hasbelkader yolu düşenlerin omuzlarına lapa lapa yağan kar, bir “Merhaba!” der. Bu buluşmaya anlam verir. Ve hasbelkader ayrılanlara da özlem olur… Hasret olur…

Ama öylesi bir zaman zembereğinden geçiyoruz ki, yaşadıklarımıza varmak, tadını hissetmek içine… Ta ciğerine çekebilecek, fakat bırakmamışlar. Dökülen kandan, yaşanan sömürüden; doğaya ve insana dair donup kalıyor insan.

08 Şubat 2020
İrfan SARİ
2’Nolu C.İ.K. / C-26

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İrfan Sarı Arşivi