Gayen bu muydu?
Tarihini bilmiyorum, “Kadın ve Sinema” konulu bir söyleşinin olacağını Yüksekova’nın muhtelif yerlerine asılan afişlerden öğreniyorum. Açıkçası bir solukla orda olmak arzusu sarıyor beni. Heyecanla yakın bir zamanda sinemaya emekleri geçen iki popüler simanın söyleşisinin takipçisi oluyorum.
Beklenen gün gelip çattığında on on beş dakika öncesinden belirlenen adrese gidiyorum. Ancak bir aksilikten dolayı söyleşinin gecikeceği söyleniyor. Hemen önlem olarak Hakkari’nin ilk Kürtçe filmi olan “Berhev Héj Tıfale” (Daha Çocuktur Berhev) adlı sinema filmi konuklara izletiliyor. Zira söyleşinin yapılacağı yer küçükte olsa bir sinema salonuydu.
Yüksekova sinemayla 1970’li yılların başında tanışmıştı.
Bu kültür o günün Yılmaz Güney filmleri daha sonraki yıllarda ise arabeskin yoksulluk-zenginlik furyası olan Ferdi Tayfur’lu zamanlardan kendini Kenan Evren darbesine teslim eden yıllara kadar götürecekti.
Feodalitenin ve dinin temsilcilerinin oldukça yoğun bir şekilde günah söylemlerine karşın o sinemalı yıllar haftada bir gün kapısını sadece kadınlara açacaktı. Yine belirli günlerde locada ailece gelip sinema filmi seyretmek mümkündü.
Bir yandan kadının özgürlüğü bir yandan da dünyaya açılan pencereye bölgedeki adı konulmamış savaş damgasını 80’li yılların ortasından itibaren vuracaktı.
Belleğimdeki o yıllar hep tazeliğini muhafaza ettiğinden böylesi bir söyleşinin adam akıllı beni heyecanlandırması doğaldı.
Gecikmeli de olsa başlayan söyleşiye iki emektar için konulan yuvarlak bir cafe masası da eşlik edecekti. Salon önemli oranda kadın dinleyici tarafından doluydu, hatta tıka basa doluydu desek yerinde olacaktı. Siyasi mesajlar ya da bölücü gayeyle yapılabilir ihtimaline karşın sivil polisler de salondaki yerlerini alacaklardı.
Kadın ve sanata dair önemli sohbetlerin ve söyleşinin seyri hiçbir şekilde yörüngesinden çıkmadı. Kesinlikle kadınlar damgasını vurdu.
Hatta erkelerden feminist bir söyleşi oldu diye söylemlerde gelişti bir ara. Yine aklımda kalmış bir anekdota şu: kadının tarih sahnesinden geçişini günümüze dek kendi üslubuyla ve yöresel bir şiveyle anlatan bir erkek arkadaşın konuşması üç kez kadınlar tarafından yoğun bir alkışa tutuldu.
Söyleşi bittiğinde kadınlar doymayacak olacak ki iki emektarın etrafında gruplar halinde durup kıyıda köşedeki hallerini de söylemeye başlamışlardı çoktan.
Uzanıp teşekkür ettikten ve tokalaştıktan sonra salondan ayrılıyorum.
Diğer gün hükümet konağına giderken tesadüfen karşılaşıyorum ve ayak üstü üç beş laf ediyorum hatta Gaye hanımla, “Hırsız Polis” dizisindeki rollerle ilgili;
-“Hocam dizideki beş hırsız çok profesyonel canlandırılmış…” derken ülkemizdeki duruma da üstü kapalı bir gönderme yapıyorum.
İlçemizden ayrıldıktan sonra kadınla ilgili bakışını okurken açıkçası üzülüyorum.
Bir profesyonelin yapamayacağı hataya kapıldığını görmenin üzüntüsüydü bu. Zira bu memlekete gelip ayrıldıktan sonra boş şeyler söyleyen bizi potansiyel suçlu gibi gören ve anlatanlara cevap verme gereği bile duymadık. Keza onlar beyinlerindeki önyargıyı taşıyorlardı küçük dünyalarına. Ancak bu yazıda görselliğin yanında bir takım yalan-dolan sözlere kanaat getirerek yapılan bir yanlıştan bahsediyoruz.
Görsel basında özelikle kadın eksenli Televole anlayış nasıl ki Türkiye’ye mal edilemeyecekse, Gaye hanımın da gördüğü jipler ve gorbaçovlar Yüksekova’ya mal edilemez.
Bu profesyonelliği beklemek istediğimi bir kez daha belirtmeliyim.
Yüksekova kadınına giydirilmeye çalışılan bu kaftan, ona ait değil. Gaye kadını hak ettiği yere getirmek idi ise uymadı… Uydurulmaya çalışılan portre, hayal mahsulü.
Görmek isterseniz tabi!