Ey şehir!
Ey aşkımın ve yaşamımın panayır yeri
Beynimin yataklarında damar ettiğimden beridir seni, sevdam alıp başını doruklara çıktı
Sen ki hüzünlerime ve sevinçlerime adım adım eşlik etmiş sırdaşım olmuşsun. Suyundan, kirinden, zemheri ayazından, soğuğundan, kavuran sıcağından bana pare düşürmüş yeşil gözlü şehrimsin.
Kara lastik vakitlerden çamurlu toprağına bastığım ve sırtıma dek çocukluğumu çamura bulandırdığım o şen şakrak küçük şehirden bu yana içime kerpiç kerpiç duştun. Ben büyüdükçe tenim kırıştı, tepeme nerden gelip düştüğünü bilmediğim kırlar doldu. Sen büyüdükçe gözlerinden yeşili hiç eksik etmendin teninden baharı ve kışı hiç mi hiç düşürmedin.
Ben ergenliğimi senden öğrendim, kıl yataklarım sarıya çalınca anladım ki bir daha çoğalacağız sen metanetliydin ve ergendin zaten, ergindin de
Saçları kızların iki kulak değil iki örüktü şimdi pervasız rüzgârlarda salınır
Sen salınırdın. Heyecan duyduğumuz anlara bir tanrı şahit olurdu birde sen
Çocuk anılarımız şimdi beton blokların altında kayboldu, gençlik yıllarımız akan kurşunların barut kokusunda. Sen büyüdün ve şıklığın yok oldu, aslında kalem gibi olmalıydın değil mi? minik gövdeli çocuklar enine verir ya yağlardan, sende öyle oldun bil
İtiraf etmeliyim biz kirlettik seni! Kendi kanunumuzu kendi egolarımızı dayattık sana
Bu gün; suskundun, biraz bulutlu oldukça sıcak, boğuk, mavi değildi gökyüzün kül serpmişlerdi üstüne sanki
Sıcaklar terbiyesiz eder adamı bilirsin
Çırılçıplak dalmak gelir akarsulara, çırılçıplak ve tepeden tırnağa serilmek için gölge çeker insanın canı. Gölgede haylaz düşler. Çekip gitmek gelir insanın fikrine.
Kıyılarında dolaşmak vaktidir işte o zaman.
Yaramaz çocuklara ceza verirlerdi ya saçlarını keserek okul müdürleri, senin de saçlarını tırpancılar kesmiş ve atmışlar üst üste dağ hesabı
Güneşe inat kaslı vücutlarını tırpana dayayan tırpancılar ter verirdi toprağa
Çobanlar sürülerini beriye getirirdi bir yandan. Beriler yani Berivanlar atlı, yayan şakalar yaparak, kahkahalar atarak, güle oynayadırlar.
Ve nahırcılar akşam serinliğine doğru sudan çıkarlar heybelerinde şeker çay ve tandır ekmeği
Bir ateş yakarlar güneşin altında inek tezeğinden, çayın kaçak kokusu yayılır üstüne senin ey şehir, ekmeğin tadı
Akşam çökmezden evvel senden beslenmiş ineklerin memelerinden süt düşecek bakraçlara biliyorsun, süt sevdiğimin süt dişlerine de düşecek
Sofralar çeşitlenecek
Yorgunların tuz yerine şeker kattığı şoravlara şorava şirin adı takılacak
Bahçelerden domatesler, hıyarlar ve yeşil soğan eşliğinde akşamların geceye uzanışını göreceyiz
Etrafında ey şehir! Etrafında, bir yaşam var henüz içine biber katılmamış öyle saf öyle içten
Bazen kendi kendime diyorum nedir bu senin geçmiş zaman figüranlığı elinden çektiğin. bu kadar klişeleşme
Ama bil ey şehir! Sen için klişeleşmekte güzel
Mesela kaç zaman sonra kar yağacak şimdi oturup seni yazdığım bu yere ve ben seni bir tepede burnu akmış olarak ve parmakları üşümüş bir halde seveceğim
Sevgilim bütün bu olanlardan bi haber yaşar ama sen haberdarsın ey şehir.