İrfan Sarı

İrfan Sarı

Ey şehir!

Ey şehir!

Ey aşkımın ve yaşamımın panayır yeri… Beynimin yataklarında damar ettiğimden beridir seni, sevdam alıp başını doruklara çıktı…

Sen ki hüzünlerime ve sevinçlerime adım adım eşlik etmiş sırdaşım olmuşsun. Suyundan, kirinden, zemheri ayazından, soğuğundan,
kavuran sıcağından bana pare düşürmüş yeşil gözlü şehrimsin.

Kara lastik vakitlerden çamurlu toprağına bastığım ve sırtıma dek çocukluğumu çamura bulandırdığım o şen şakrak küçük şehirden bu yana içime kerpiç kerpiç duştun. Ben büyüdükçe tenim kırıştı, tepeme nerden gelip düştüğünü bilmediğim kırlar doldu. Sen büyüdükçe gözlerinden yeşili hiç eksik etmendin teninden baharı ve kışı hiç mi hiç düşürmedin.

Ben ergenliğimi senden öğrendim, kıl yataklarım sarıya çalınca anladım ki bir daha çoğalacağız sen metanetliydin ve ergendin zaten, ergindin de… Saçları kızların iki kulak değil iki örüktü şimdi pervasız rüzgârlarda salınır… Sen salınırdın. Heyecan duyduğumuz anlara bir tanrı şahit olurdu birde sen…

Çocuk anılarımız şimdi beton blokların altında kayboldu, gençlik yıllarımız akan kurşunların barut kokusunda. Sen büyüdün ve şıklığın yok oldu, aslında kalem gibi olmalıydın değil mi? minik gövdeli çocuklar enine verir ya yağlardan, sende öyle oldun bil…

İtiraf etmeliyim biz kirlettik seni! Kendi kanunumuzu kendi egolarımızı dayattık sana…

Bu gün; suskundun, biraz bulutlu oldukça sıcak, boğuk, mavi değildi gökyüzün kül serpmişlerdi üstüne sanki…

Sıcaklar terbiyesiz eder adamı bilirsin… Çırılçıplak dalmak gelir akarsulara, çırılçıplak ve tepeden tırnağa serilmek için gölge çeker insanın canı. Gölgede haylaz düşler. Çekip gitmek gelir insanın fikrine.

Kıyılarında dolaşmak vaktidir işte o zaman.

Yaramaz çocuklara ceza verirlerdi ya saçlarını keserek okul müdürleri, senin de saçlarını tırpancılar kesmiş ve atmışlar üst üste dağ hesabı… Güneşe inat kaslı vücutlarını tırpana dayayan tırpancılar ter verirdi toprağa…

Çobanlar sürülerini beriye getirirdi bir yandan. Beriler yani Berivanlar atlı, yayan şakalar yaparak, kahkahalar atarak, güle oynayadırlar.

Ve nahırcılar akşam serinliğine doğru sudan çıkarlar heybelerinde şeker çay ve tandır ekmeği… Bir ateş yakarlar güneşin altında inek tezeğinden, çayın kaçak kokusu yayılır üstüne senin ey şehir, ekmeğin tadı…

Akşam çökmezden evvel senden beslenmiş ineklerin memelerinden süt düşecek bakraçlara biliyorsun, süt sevdiğimin süt dişlerine de düşecek… Sofralar çeşitlenecek… Yorgunların tuz yerine şeker kattığı şoravlara “şorava şirin” adı takılacak…

Bahçelerden domatesler, hıyarlar ve yeşil soğan eşliğinde akşamların geceye uzanışını göreceyiz…

Etrafında ey şehir! Etrafında, bir yaşam var henüz içine biber katılmamış öyle saf öyle içten…

Bazen kendi kendime diyorum “nedir bu senin geçmiş zaman figüranlığı elinden çektiğin.” bu kadar klişeleşme…

Ama bil ey şehir! Sen için klişeleşmekte güzel…

Mesela kaç zaman sonra kar yağacak şimdi oturup seni yazdığım bu yere ve ben seni bir tepede burnu akmış olarak ve parmakları üşümüş bir halde seveceğim… Sevgilim bütün bu olanlardan bi haber yaşar ama sen haberdarsın ey şehir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
20 Yorum
İrfan Sarı Arşivi