Emircan’ı da öldürdük
Emircan Bayram;
Milletvekili değil, Vali, Kaymakam, herhangi bir siyasi parti başkanı, meslek örgütü başkanı, sendikacı, Esnaf, din adamı, kanaat önderi, iş adamı, fabrikatör, polis, asker, bürokrat, yazar-çizer, gazeteci, öğretmen hiç değil…
O 13 yaşında bir çocuk.
14 yaşındaki ağabeyi ile bir trafik magandası tarafından ezilen ve hayatını kaybeden çocuklarımızdan sadece biri…
Onu yukarıda unvanı verilenlerle birlikte toplum bileşenleri olarak, yurttaşlar olarak, elbirliği ile öldürdük…
Emircan’ın yaşam hakkını hep birlikte elinden aldık.
Kuralsız yaşamamızın, sorumsuz yaşamamızın bedelini Emircan canıyla ödedi.
Ekmek kadar mübarek bir çocuğun, kurşun kadar ağır ölümü karşısında bir Fatiha bir dua durduk hepimiz…
Normal bir ölüm gibiymiş gibi…
Haberini okuduk, kimisi iç geçirdi, kimisi kanıksamış gibi okuyup geçti, kimisi lanet okudu, kimisi çözüm üretti kendince ve bitti.
Emircan, küçük bir tabutun içinde omuzlanıp, mezarın soğuk, toprağın kara yüzüne gömüldü.
Bu mu?
Kendi çocuğumuz katledilmiş, bir magandanın hışmına uğramış, bir dikkatsizin, bir sorumsuzun anlık hız adrenali tutkusuna kurban olmuş…
Yani bu kadar basit mi?
Emircan’ın annesine ne diyeceğiz şimdi?
Ya babasının derin hüznüne, yüzüne düşen buruşukların her birine nasıl cevap vereceğiz?
Sorumsuzluğumuz için “Allahın takdiri” mi diyeceğiz?
Nasıl “sabır” dileyeceğiz?
Bir anne, bir baba için acıların en büyüğünü anlatma yeteneğini kim gösterebilir ki?
Şehrimizin kimliğine, yaşamına, kaderine kast eden bu vurdumduymazlığı ne zamana kadar sürdüreceğiz peki?
Susarak, tepki vermeyerek başka Emircan’ların bu şekilde ölmeyeceğinin kim teminatını verebilir?
Peki, çocuklarımıza hangi geleceği vaat etmiş oluruz, sorumsuz davranarak?
Travmadan nasıl kurtaracağız diğer çocuklarımızı?
Yanlış anlaşılmasın, sorularla canınızı almak istemiyorum ama gözümüzün önünde çocuklarımız katledilirken sakin olmamı beklemeyin…
Kötü!
Bu gidiş oldukça kötü…
Kural tanımıyoruz, kuralsız yaşıyoruz…
Kural-kaide olmayınca da, birileri hep bizi vurur, çocuklarımızı vurur…
Geleceğimiz kararır.
Ensemizde mobesalar-kameralar, ensemizde polisler, ensemizde jandarma, ensemizde zabıta kısacası biz kolluk kuvvetlerinin gözetiminde yaşamak zorunda değiliz…
Vicdanımızla,
Bilincimizle,
Kültürümüzle,
Sorumluluklarımızla yaşamayı öğrenmeden, çocuklarımıza sorumluluk nedir diye davranışlarımız ve bilgimizle vermedikçe, polis değil feriştahı, kamera değil Heron’u da olsa böyle acı içinde, böyle keder içinde kavrulup gideriz…
Kötüsü geleceksiz kalırız…
Emircan’sız…
Bir trafik canavarı, gelip gelip alır götürür Emircan’larımızı…
Acılarımızla yüreğimizi kebap, köz eder.
Ve kötüsü, sorumsuz ve bilinçsiz davranarak bir gün kendi canavarımız oluruz, kendi katilimiz, kendi düşmanımız olmaya başlarız…
İlla tepemizde yasalar, kanunlar, hukuk’la da olacak gibi değil bu iş.
Toparlanmalıyız, yanlış davranışlardan kaçınmalı, yanlış davranış sahiplerini uyarmalıyız. Birlikte yaşamanın karşılığının var olduğunu bilmeliyiz.
Çünkü kendi adaletini oluşturmayan toplumların cezası ahrete kalmaz bunu bilmeliyiz, er geç gelip bizi bulacaktır ceza…
Ama gerçek, suçluyu bulana kadar günahsız çocuklarımızı Emircan’larımızı çoktan kaybetmiş oluruz…
Vicdanımızı da, şehrimizi de, birbirimize saygıyı da, sevgiyi de…
Her kim olursak olalım, Emircan’ın ölümünde payımız olduğunu bilmeliyiz ki toplumu değiştirme gücünü kendimizde bulabilelim aksi halde sonumuz kahır, acı, gözyaşıdır…