Elimi tut Oğul! Roboski şuracıkta
Bizim falımızda oğul, kaçak çay çok demlenir, kan gibi. Tavşankanı değil, insan kanı.
Bir dağ başında, bir gedikte çevirirler yolumuzu… Ceset ceset dizilir gencecik bedenlerimiz.
Bizi vurana madalya verilir oğul!
Elma yağdırır gibi, bomba yağdırırlar üstümüze… Birileri kahraman olur devlet tutanaklarında, bize de “terörist” demek için bin bir bahane hazırlanır.
Oğul! Çocukken ölürüz biz. Büyümemize fırsat vermezler.
Ve benzin kokar dağ-bayır, biz ölürken.
Katırlarımız diri, diri yakılır.
Ve onlar dev sahnelerde, alkışlar eşliğinde olmayan kahramanlıklarını anlatırlar.
Oysa sizin vurulduğunuz dağ başlarından ancak savaş uçaklarıyla geçmişlerdir.
“Defalarca öldürülür insan bu topraklarda. Kervanların yükü cenaze…
Gül, ölümle tartılır.”
Elimi tut oğul! Roboski şuracıkta.
Falımıza otuz dört ölüm çıkar. Otuz dört dua. Otuz dört ana, sevgili, arkadaş… Babaların ise altın dişi düşer, diş kökünde oluk oluk kan.
Çıktığımız yol, kaçak.
Yoksulluk iflahımızı keser.
Fincanın içi kapkara, dibi yorgun, ıslak dem tohumu…
Billahi de yolumuz kesilir, tallahi de yolumuz kesilir. Yarı yolda kalırız. Yarı yolda bırakırız sevdiklerimizi.
Aksanımız kadar ağır bombaların altında kalır hayallerimiz, bir gediği aşmasına olanak vermeyeceklerdir.
Korkarım ki anılara kalırız.
Bıçak gibi keserler hayatımızı, damarlarımızı koparırlar.
Dedim ya yolumuz kesilir hem de yaşlı dünyanın gözleri önünde. Çocukluğumuza acımadan, kara aksanımıza düşmanca.
Çeyizlik battaniyelere sarılır donmuş bedenlerimiz. Parçalarımız kervan yükü, parçalarımız traktör yükü...
Yaşlı dünyanın, modern gözü önünde taşınırız sıra sıra…
Yasımızı tutmaya, yasak konulur.
Çünkü kimliğimize “alt” demiş “üst”tekiler.
Elimi tut oğul! Kervan kalkıyor. Yıl olmuş sizi toprağa verişimiz. Yıl olmuş sizinle aynı mezara konuluşumuz.
Bıyığımız buz tutar, nefesimizde derin soluklar.
Falımızda, yine yalan üstüne yalan. Üstümüzü örtmeye çalışıyor bu falcılar.