Çel - Çukurca (3)
Doğu Anadolu illerinin birçoğunda olduğu gibi Hakkari yöresinde de bir kadına veya bir erkeğe -Nerelisin.?diye sorduğunuzda şehrinin, kasabasının veya köyünün adını söylemeden hangi aşirete mensup olduğunu böbürlene, böbürlene söylüyor, hemen
Mesela Hakkari çarşısında birine soruyorsunuz Kürtçe..
-Tu ji ku yî.?(nerelisin ?)
-Ez Ertoşîme (Ertoşlıyım)
-Ji kîjkan ? (hangilerinden ?)
-Ez Jîrkîme.(Jirki aşiretindenim.)
-êêê
-Balekîme (Baleki dalından.)
Pînyanişlisi de Heyderanlısı da, Herkilisi de, Kaşuranlısı da vb. Böyle cevap verir ..
Onlar için aşiret her şeyden önce gelir. Çünkü o başka bir köyde, başka bir kasabada, başka bir kentte yaşayabilir ama başka bir aşiret içinde yaşayamaz,başka bir aşıretten de olmak istemez.
Ama Vanda ,Türkçe bilmeyen Fato kıza, kilim kursiyerime sormuştum..
-Tu ji ku yî ?
-Yalım Erez mehlesi.
Şaşırmıştım..
- Çi,çi ?
-Işılay Sagin sakok.. Donmuştum adeta..
Ama daha enteresanına birkaç ay sonra rastlamıştım.
Atölyeye yeni gelen Esmaya, sormuştum;
-Tu ji ku yî?
-Weterınêr ahurleri..
Demesi üzerine, o an bir yumruk tıkanmıştı boğazıma, hıçkıra hıçkıra ağlamamak için, başka soru soramamıştım Esmaya Esma kızım altı yıl gitti geldi bir Hanımana gibi, okuma yazma öğrendi, kilim dokudu, ailesine katkıda bulundu Fato da Esma da Hakkarideki BASKAÇEPi oluşturan oniki aşiretin karakovanı olan Ertoştandılar...
Hakkaride sol kanat (Baskaçep) olarak bildiğimiz ve on iki aşiretin KOVAN analığını yapan yüzyılların ERTOŞ köyü, bir TALAN, DEPREM, SEL, KITLIK, YANARDAĞ, ÇEKİRGE, KURAKLIK veya TSUNAMİ gibi bir felaket olmadan, plansız proğramsız, Sosyoloğ ve piskoloğlardan bî haber, DEVLETten birinin, bir gün -BOŞALTIN emrivakisi ile BOŞALTILMIŞ..
Beldeden pılını pırtını kapan yollara düşmüş bazen yarı yollarda yine boşaltın diyen devlet baba yollarını kesmiş, kız kızanı kamyon kasalarında bekletmişler günlerce -bizim sınırlara giremezsinizdiye. Sonra bir kısmını kamplarda bekletmişler. Birkaçı göl kenarındaki duş bölmelerinde iki üç aile
Nihayet bir mahalle oluşturulmuş Vanda. Yalım Erez mahallesine yerleştirilmiş sevgili Ertoşlular.
Bir kısmı ise Veteriner ahırlarında, evet veteriner ahırlarıda, hem de iki üç aile bir AYGIRın veya bir damızlık BOĞAnın kaldığı bir bölmede kalmışlar yıllarca Kafesteki aslan misali..
Ertoş Beldesinin Belediye başkanı Şaban bey, bir daktilo ve bir araçtan oluşan gezici makamını bir müddet koruyabilmişsede, daha sonra mühürünü bir daha alınamamak üzere yetkililere teslim etmiş Ama haritalarda hala Uzundere yazısı yerinde duruyor
Ertoştan olma 12 aşiretin ağası, koruyucusu var. Ama, bugün bölünmüş ANAKOVAN ERTOŞİlerin şimdi birkaç ana kraliçesi var, kimi Hakkaride Doğanlıda kimi Geverde düzlükte, kimi Vandaki Yalım Erez de... Eli karnında, oğul (Şilxe) verirse bu bereketli karakovan, yeni kümesinin (şilxe) adı, yani onüçüncü aşiretin adı Yalım Erez aşireti olurmu bilmem, ama Weteriner ahurları olmayacağı kesin.
Sosyologlardan, Doç. ve Prof. İsteklilerine dopdolu bir petek gibi...
Çukurca bu.. Çukurca.. Her dem Hakkaride soz sahibi, mirlerden beri. Birçok aşiretin anası. Pınyanış ve Ertoşilerin ana vatanı
Çukurcada boşaltılan pınyanış köylüleri, Hakkarinin dışına çıkmadılar Yüksekova, Xezekyan ve Hakkari merkezdeki Çeliler biribirleriyle üstünlük yarışında. Merkezdeki baskarast kökenli Sılehyanlıları bir heykeltıraş ustalığı ile şekillendiren, A. Rahman Keskin, AĞA ünvanına sahip değil ama o SILEHİler ile de kök söktürebiliyor siyasi simalara, Hakkari topraklarında..
Hele hele o yöreye etkisi ve katkısı büyük,ağalığı tartışılmaz ağa, uzun yıllar Çukurca Belediye Başkanlığı, daha sonra milletvekilliği yapmış Macit Beyin, bilgeliği, insanlığa dair felsefik yaklaşımlarını, hele hele o masmavi bakışlarının içindeki masmavi enginliği, insana sanki onu tanımadan önce bir boşlukta yaşadığı hissini veriyordu Kim ne derse desin
X X X X
Çok budadığım Çukurca notlarımın içinde aşağıdaki hikayeyi geleneklerimiz ağırlıklı olduğu için sizinle paylaşıyorum.
Önceki bölümde 1974 yılında Marufandan Güzereşe yürüyerek Gelîye Tîyarêde, Şotê deresinin Zapla birleştiği yerde araba yoluna çıkabilmiştik Önceleri planlandığı gibi Çukurcadan sonraki Sereseve dağını aşarak Şivixşk, Marufa, Bılacan, Talısan, Erbuş, Ertuş köylerine ulaşabiliyordunuz. Sonbahar mevsimi ile birlikte yağışlar ve kar nedeniyle ulaşım zorlaşıp aksıyordu. Köylüler birleşmişlerdi ve zemini sağlam, kar tutmayan Şorte deresinden yol istiyorlardı ama Çukurca Belediye başkanı Macit bey (Piruzbeyoğlu) ise bu köylerin bu yolun açılması halinde ilçe ile ilişkilerinin kalmayacağını ve ilçenin içinden geçen Sereseve yolunun ise Çukurcayı haraketli ve canlı tutacağını savunuyordu. Macit Bey siyasi olarak ağır bastığı için köylüler dilekçelerini Ankaraya kadar ulaştırabilmişlerdi. Ankaradan gelen üç mühendisle ile birlikte, zamanın YSE müdürü Burhan Yenigün, araziyi ve güzergahı bildiğim için beni görevlendirmişti.
Biz Marufandan Kaniya Çûzeye ordan da Şorteye kadar yaya yürüyerek araç yoluna çıkmıştık ve daha sonra da bizi bekleyen araçla gün batımından sonra Hakkariye varmıştık.
O günler Hakkari geceleri 3-4 saatliğine ölü denilebilecek bir elektrikle aydınlatılıyordu. Ankaradan gelen misafir mühendisleri YSE misafirhanesine bırakıp, Tavşan Mahalesindeki evime dönmüştüm. Hanım ikindi üstü komşumuz Şükriye (Dağgöl) Ablaya oturmağa gitmiş ve eve yeni dönmüştü, acıktığım için de bana, mutfakta yemek hazırlığı yapıyordu. Beni özleyen oğlum Ender gelip kucağıma oturmuştu ki omuzunda bir bilye büyüklüğünde mavi boncuk nazarlığın çengelli iğne ile iliştirildiğini görünce garipseyip, mutfaktaki hanıma seslenerek,
- Yaho Xano (hanım) her Kürdün evinde senin oğlundan daha güzel 3 - 5 oğul var, senin oğlunu niçin nazar etsinlerki, bu ne kadar küçük bir nazarlık? diye takılıp, çengelli iğneyi çocuğun omzundan sökmüştüm ve çocukla şakalaşmaya başlamıştım.
Hanım sofrayı sererken kapıdaki loş ışıkta valinin makam şoförü rahmetli Abdullah Besi belirdi. Biz onu içeri buyur ederken o, -Vali Beyle Burhan Bey makamda acele seni bekliyorlar, gidelim diyince hemen ayakkabılarımı giyip makam aracı olan siyah doç (dodge)a bindim. O günler Vali makamı bir memurun makamından farksızdı, kapısında yalnız Kapıcı Mustafa vardı ve ben içeri girince Vali bey ile Burhan bey 25 binlik Çukurca haritasını masaya sermiş inceliyorlardı.
Vali bey:
- Mühendisler nerede? Yoruldunuz mu?
- Onları misafirhaneye bıraktım efendim. Emriniz üzere vadiyi boydan boya inceledik.
Vali:
- Yarın onlarla görüşeceğim, gel şu haritalar üzerinde gördüklerini ve düşüncelerini bize söyle.
Haritaya eğildim. O esnada, Vali bey gülümseyip -tuu..tuu..oğluma nazar değmesin. dedi. Ben yorulup bir iş bitirdiğim için Vali beyin beni takdir ettiğini düşündüm ve -Sağ olun sayın valim demiştim.
Ben haritada taşlık ve toprak zemini izah ederken, Vali bey birkaç kez oğluma nazar değmez inşaallah diye söylendi. Bende her seferinde-sağ olun diyorum, Burhan beyde bıyık altından gülümsüyordu. O loş ışıkta harita üzerinden yol yapımını anlattıktan sonra makamdan ayrıldım. Çok acıktığım için de postahanenin karşısındaki Hakkarinin tek lokantasına girdim, camekanın altındaki yemeklere bakarken eli kepçeli aşçı:
- Oooo Maşallah, maşallah Enver abêmıze nazar değmez inşaallah..
Şaşırmıştım;
- Yaho ne oluyor bu akşam, herkes niye nazar değmesin diyip duruyor?
Aşçı;
-Abê ne diyelimki, omuzundaki kocaman nazarlığa ne denilir ki!
İrkilmiştim ve omuzlarıma bakmış, sol omzumda çengelli iğne ile oğlum Enderin omzundan söktüğüm o koca nazarlığı görünce Vali beyin bana niçin birkaç kez -Maşallah nazar değmesin dediğini anlamıştım
Karnımı doyurup eve gittiğimde hanıma kızmıştım. Hanımda, -Benim suçum ne, sen oğlunun omzundan sökmüşsün o da senin omzuna iliştirmiş demişti.
Yıllarca bu anımı anımsadıkça bir kez daha utanma hissi ile gülümserim...
X X X X
Özetlersek Allah burasını insanlar çölde de olsa, ovada da olsa, zorda kaldığı zaman gelip sığınabileceği bir yer diye yaratmış gibi. Çöllerin ovaların sigortası, dar günün kurtarıcısı gibi buralar... Taaa Mısırdan Yemenden, Bağdatdan insanlar kaçma gereğinde gelmiş sığınmış buralara defalarca. Bu dağlar bir Ana. Dağlar ana memesi gibi bereketli... Tokluktan da öldürmez, ama asla aç da bırakmaz bu koca koca, beyaz beyaz kafalı dağlar. Dağ diyip geçmeyin Yemenlinin, Bağdatlının Dubailinin işediği, sıcakta buharlaşıyor, havadaki oksijenle temas ede ede geliyor bu dağlara, dağların soğuk doruklarına çarpıyor, sonra da rahmet ve bereket diye yağmur olup, kar olup dökülüyor buralara. Dağ dediğin, karsız, susuz olmaz Suyun olduğu yer otsuz olmaz. Otun olduğu yer etsiz, postsuz olmaz ki
İnanmamak elde değil geçmişte güneydeki çöllerde, kımıldan, çekirgeden, susuzluktan ve kıtlıktan, insanlar kırım kırım kırıldı defalarca. Ama bu dağlardakiler tekrar tekrar yayıldı ovalara, kaç kez bilinmez.
Yarın belki akıllı olmayan birileri bir gün kırmızı düğmelere basarak insanları bir kez daha felaketlere götürmekten kaçınmazlar, lakin kaçacak yerleri olmayanlar kırılır ama bu dağlarda ki insanlar, örümcekli mağaraların kuytu diplerinde yine yüzyıllarca sonra, eğri büğrü de olsa, yamuk yumuk da olsa kendisini, insanlığı tazeliyebilir. Dünyadaki yükseklerde, tabi ki Hakkari dağlarında da.
O fakir halleri ile bir Ziyanışlının, Bılêcanlının, Talısalının, Seranilinin Hırkaşlının, Deştanlının ne kadar halkını seven, misafirperver, fedakar cefakar ve ifade edemiyeceğim meziyetlere sahip olduğunu, okul yüzü görmedikleri halde aydınım diyenleri ceplerinden çıkarabilecekleri kadar bilinçli olduklarını biliyorum. Semedardan o zemheri sıcağında, üç günde sırtlarındaki meşklerle (tuluk) getirip ve misafirlerine ikram ettikleri o Fransız şampanyaları lezzetindeki meşk ayranlarndan içmek bir daha bana nasip olmayacak gibime geliyor. Ama Geveroklar, Çarçelanlar, Geraşinler, Semedarlar ve Çelê dûgûh dağları yerlerinde durdukça ayran meşkleri çok çok çalkalanacak oralarda..
Mesela Hakkari çarşısında birine soruyorsunuz Kürtçe..
-Tu ji ku yî.?(nerelisin ?)
-Ez Ertoşîme (Ertoşlıyım)
-Ji kîjkan ? (hangilerinden ?)
-Ez Jîrkîme.(Jirki aşiretindenim.)
-êêê
-Balekîme (Baleki dalından.)
Pînyanişlisi de Heyderanlısı da, Herkilisi de, Kaşuranlısı da vb. Böyle cevap verir ..
Onlar için aşiret her şeyden önce gelir. Çünkü o başka bir köyde, başka bir kasabada, başka bir kentte yaşayabilir ama başka bir aşiret içinde yaşayamaz,başka bir aşıretten de olmak istemez.
Ama Vanda ,Türkçe bilmeyen Fato kıza, kilim kursiyerime sormuştum..
-Tu ji ku yî ?
-Yalım Erez mehlesi.
Şaşırmıştım..
- Çi,çi ?
-Işılay Sagin sakok.. Donmuştum adeta..
Ama daha enteresanına birkaç ay sonra rastlamıştım.
Atölyeye yeni gelen Esmaya, sormuştum;
-Tu ji ku yî?
-Weterınêr ahurleri..
Demesi üzerine, o an bir yumruk tıkanmıştı boğazıma, hıçkıra hıçkıra ağlamamak için, başka soru soramamıştım Esmaya Esma kızım altı yıl gitti geldi bir Hanımana gibi, okuma yazma öğrendi, kilim dokudu, ailesine katkıda bulundu Fato da Esma da Hakkarideki BASKAÇEPi oluşturan oniki aşiretin karakovanı olan Ertoştandılar...
Hakkaride sol kanat (Baskaçep) olarak bildiğimiz ve on iki aşiretin KOVAN analığını yapan yüzyılların ERTOŞ köyü, bir TALAN, DEPREM, SEL, KITLIK, YANARDAĞ, ÇEKİRGE, KURAKLIK veya TSUNAMİ gibi bir felaket olmadan, plansız proğramsız, Sosyoloğ ve piskoloğlardan bî haber, DEVLETten birinin, bir gün -BOŞALTIN emrivakisi ile BOŞALTILMIŞ..
Beldeden pılını pırtını kapan yollara düşmüş bazen yarı yollarda yine boşaltın diyen devlet baba yollarını kesmiş, kız kızanı kamyon kasalarında bekletmişler günlerce -bizim sınırlara giremezsinizdiye. Sonra bir kısmını kamplarda bekletmişler. Birkaçı göl kenarındaki duş bölmelerinde iki üç aile
Nihayet bir mahalle oluşturulmuş Vanda. Yalım Erez mahallesine yerleştirilmiş sevgili Ertoşlular.
Bir kısmı ise Veteriner ahırlarında, evet veteriner ahırlarıda, hem de iki üç aile bir AYGIRın veya bir damızlık BOĞAnın kaldığı bir bölmede kalmışlar yıllarca Kafesteki aslan misali..
Ertoş Beldesinin Belediye başkanı Şaban bey, bir daktilo ve bir araçtan oluşan gezici makamını bir müddet koruyabilmişsede, daha sonra mühürünü bir daha alınamamak üzere yetkililere teslim etmiş Ama haritalarda hala Uzundere yazısı yerinde duruyor
Ertoştan olma 12 aşiretin ağası, koruyucusu var. Ama, bugün bölünmüş ANAKOVAN ERTOŞİlerin şimdi birkaç ana kraliçesi var, kimi Hakkaride Doğanlıda kimi Geverde düzlükte, kimi Vandaki Yalım Erez de... Eli karnında, oğul (Şilxe) verirse bu bereketli karakovan, yeni kümesinin (şilxe) adı, yani onüçüncü aşiretin adı Yalım Erez aşireti olurmu bilmem, ama Weteriner ahurları olmayacağı kesin.
Sosyologlardan, Doç. ve Prof. İsteklilerine dopdolu bir petek gibi...
Çukurca bu.. Çukurca.. Her dem Hakkaride soz sahibi, mirlerden beri. Birçok aşiretin anası. Pınyanış ve Ertoşilerin ana vatanı
Çukurcada boşaltılan pınyanış köylüleri, Hakkarinin dışına çıkmadılar Yüksekova, Xezekyan ve Hakkari merkezdeki Çeliler biribirleriyle üstünlük yarışında. Merkezdeki baskarast kökenli Sılehyanlıları bir heykeltıraş ustalığı ile şekillendiren, A. Rahman Keskin, AĞA ünvanına sahip değil ama o SILEHİler ile de kök söktürebiliyor siyasi simalara, Hakkari topraklarında..
Hele hele o yöreye etkisi ve katkısı büyük,ağalığı tartışılmaz ağa, uzun yıllar Çukurca Belediye Başkanlığı, daha sonra milletvekilliği yapmış Macit Beyin, bilgeliği, insanlığa dair felsefik yaklaşımlarını, hele hele o masmavi bakışlarının içindeki masmavi enginliği, insana sanki onu tanımadan önce bir boşlukta yaşadığı hissini veriyordu Kim ne derse desin
X X X X
Çok budadığım Çukurca notlarımın içinde aşağıdaki hikayeyi geleneklerimiz ağırlıklı olduğu için sizinle paylaşıyorum.
Önceki bölümde 1974 yılında Marufandan Güzereşe yürüyerek Gelîye Tîyarêde, Şotê deresinin Zapla birleştiği yerde araba yoluna çıkabilmiştik Önceleri planlandığı gibi Çukurcadan sonraki Sereseve dağını aşarak Şivixşk, Marufa, Bılacan, Talısan, Erbuş, Ertuş köylerine ulaşabiliyordunuz. Sonbahar mevsimi ile birlikte yağışlar ve kar nedeniyle ulaşım zorlaşıp aksıyordu. Köylüler birleşmişlerdi ve zemini sağlam, kar tutmayan Şorte deresinden yol istiyorlardı ama Çukurca Belediye başkanı Macit bey (Piruzbeyoğlu) ise bu köylerin bu yolun açılması halinde ilçe ile ilişkilerinin kalmayacağını ve ilçenin içinden geçen Sereseve yolunun ise Çukurcayı haraketli ve canlı tutacağını savunuyordu. Macit Bey siyasi olarak ağır bastığı için köylüler dilekçelerini Ankaraya kadar ulaştırabilmişlerdi. Ankaradan gelen üç mühendisle ile birlikte, zamanın YSE müdürü Burhan Yenigün, araziyi ve güzergahı bildiğim için beni görevlendirmişti.
Biz Marufandan Kaniya Çûzeye ordan da Şorteye kadar yaya yürüyerek araç yoluna çıkmıştık ve daha sonra da bizi bekleyen araçla gün batımından sonra Hakkariye varmıştık.
O günler Hakkari geceleri 3-4 saatliğine ölü denilebilecek bir elektrikle aydınlatılıyordu. Ankaradan gelen misafir mühendisleri YSE misafirhanesine bırakıp, Tavşan Mahalesindeki evime dönmüştüm. Hanım ikindi üstü komşumuz Şükriye (Dağgöl) Ablaya oturmağa gitmiş ve eve yeni dönmüştü, acıktığım için de bana, mutfakta yemek hazırlığı yapıyordu. Beni özleyen oğlum Ender gelip kucağıma oturmuştu ki omuzunda bir bilye büyüklüğünde mavi boncuk nazarlığın çengelli iğne ile iliştirildiğini görünce garipseyip, mutfaktaki hanıma seslenerek,
- Yaho Xano (hanım) her Kürdün evinde senin oğlundan daha güzel 3 - 5 oğul var, senin oğlunu niçin nazar etsinlerki, bu ne kadar küçük bir nazarlık? diye takılıp, çengelli iğneyi çocuğun omzundan sökmüştüm ve çocukla şakalaşmaya başlamıştım.
Hanım sofrayı sererken kapıdaki loş ışıkta valinin makam şoförü rahmetli Abdullah Besi belirdi. Biz onu içeri buyur ederken o, -Vali Beyle Burhan Bey makamda acele seni bekliyorlar, gidelim diyince hemen ayakkabılarımı giyip makam aracı olan siyah doç (dodge)a bindim. O günler Vali makamı bir memurun makamından farksızdı, kapısında yalnız Kapıcı Mustafa vardı ve ben içeri girince Vali bey ile Burhan bey 25 binlik Çukurca haritasını masaya sermiş inceliyorlardı.
Vali bey:
- Mühendisler nerede? Yoruldunuz mu?
- Onları misafirhaneye bıraktım efendim. Emriniz üzere vadiyi boydan boya inceledik.
Vali:
- Yarın onlarla görüşeceğim, gel şu haritalar üzerinde gördüklerini ve düşüncelerini bize söyle.
Haritaya eğildim. O esnada, Vali bey gülümseyip -tuu..tuu..oğluma nazar değmesin. dedi. Ben yorulup bir iş bitirdiğim için Vali beyin beni takdir ettiğini düşündüm ve -Sağ olun sayın valim demiştim.
Ben haritada taşlık ve toprak zemini izah ederken, Vali bey birkaç kez oğluma nazar değmez inşaallah diye söylendi. Bende her seferinde-sağ olun diyorum, Burhan beyde bıyık altından gülümsüyordu. O loş ışıkta harita üzerinden yol yapımını anlattıktan sonra makamdan ayrıldım. Çok acıktığım için de postahanenin karşısındaki Hakkarinin tek lokantasına girdim, camekanın altındaki yemeklere bakarken eli kepçeli aşçı:
- Oooo Maşallah, maşallah Enver abêmıze nazar değmez inşaallah..
Şaşırmıştım;
- Yaho ne oluyor bu akşam, herkes niye nazar değmesin diyip duruyor?
Aşçı;
-Abê ne diyelimki, omuzundaki kocaman nazarlığa ne denilir ki!
İrkilmiştim ve omuzlarıma bakmış, sol omzumda çengelli iğne ile oğlum Enderin omzundan söktüğüm o koca nazarlığı görünce Vali beyin bana niçin birkaç kez -Maşallah nazar değmesin dediğini anlamıştım
Karnımı doyurup eve gittiğimde hanıma kızmıştım. Hanımda, -Benim suçum ne, sen oğlunun omzundan sökmüşsün o da senin omzuna iliştirmiş demişti.
Yıllarca bu anımı anımsadıkça bir kez daha utanma hissi ile gülümserim...
X X X X
Özetlersek Allah burasını insanlar çölde de olsa, ovada da olsa, zorda kaldığı zaman gelip sığınabileceği bir yer diye yaratmış gibi. Çöllerin ovaların sigortası, dar günün kurtarıcısı gibi buralar... Taaa Mısırdan Yemenden, Bağdatdan insanlar kaçma gereğinde gelmiş sığınmış buralara defalarca. Bu dağlar bir Ana. Dağlar ana memesi gibi bereketli... Tokluktan da öldürmez, ama asla aç da bırakmaz bu koca koca, beyaz beyaz kafalı dağlar. Dağ diyip geçmeyin Yemenlinin, Bağdatlının Dubailinin işediği, sıcakta buharlaşıyor, havadaki oksijenle temas ede ede geliyor bu dağlara, dağların soğuk doruklarına çarpıyor, sonra da rahmet ve bereket diye yağmur olup, kar olup dökülüyor buralara. Dağ dediğin, karsız, susuz olmaz Suyun olduğu yer otsuz olmaz. Otun olduğu yer etsiz, postsuz olmaz ki
İnanmamak elde değil geçmişte güneydeki çöllerde, kımıldan, çekirgeden, susuzluktan ve kıtlıktan, insanlar kırım kırım kırıldı defalarca. Ama bu dağlardakiler tekrar tekrar yayıldı ovalara, kaç kez bilinmez.
Yarın belki akıllı olmayan birileri bir gün kırmızı düğmelere basarak insanları bir kez daha felaketlere götürmekten kaçınmazlar, lakin kaçacak yerleri olmayanlar kırılır ama bu dağlarda ki insanlar, örümcekli mağaraların kuytu diplerinde yine yüzyıllarca sonra, eğri büğrü de olsa, yamuk yumuk da olsa kendisini, insanlığı tazeliyebilir. Dünyadaki yükseklerde, tabi ki Hakkari dağlarında da.
O fakir halleri ile bir Ziyanışlının, Bılêcanlının, Talısalının, Seranilinin Hırkaşlının, Deştanlının ne kadar halkını seven, misafirperver, fedakar cefakar ve ifade edemiyeceğim meziyetlere sahip olduğunu, okul yüzü görmedikleri halde aydınım diyenleri ceplerinden çıkarabilecekleri kadar bilinçli olduklarını biliyorum. Semedardan o zemheri sıcağında, üç günde sırtlarındaki meşklerle (tuluk) getirip ve misafirlerine ikram ettikleri o Fransız şampanyaları lezzetindeki meşk ayranlarndan içmek bir daha bana nasip olmayacak gibime geliyor. Ama Geveroklar, Çarçelanlar, Geraşinler, Semedarlar ve Çelê dûgûh dağları yerlerinde durdukça ayran meşkleri çok çok çalkalanacak oralarda..