Çel - Çukurca (2)
1974 yılında istikşaf (Yapılacak işler, önçalışma) için Marufan köyünden yaya olarak Gûzereş köyüne, oradan Tixûb, Zavite ve Hêşet köylerinden, Sivsidandan Şortê deresine 2-3 gün yürüyerek o köylere yapılacak yol güzergahı ile toprak, kayalık araziyi ve köylere akabilecek içmesuyu pınarlarını görecektik.
Aracın son durağı Marufan köyü, Hacı Ramazanın evine misafir olmuş, gece orada kaldıktan sonra sabah yaya olarak dağa tırmanacaktık. O yıl Kıbrısa çıkarma yapılmıştı, Ecevit ve çıkarma konuşuluyordu her yerde.
Gece sıcaktı, sohbet ise sımsıcaktı. Ama özellikle kendilerinin yetiştirdiği o Urfa isotundan besbeter acı ve sert (dijwar) tütününe dayanmak erkeklik işiydi, hele ki pencere ve kapılar ardına kadar açıkken bile odadaki dumandan kafayı bulmuştuk sanki, bir ara konu Kıbrıstan açılmıştı ki Hacı Ramazan;
- Dibêjin Vehbî Koç, hari Artêşê kirîye, ew çend dewlemende? (Diyorlar ki Vehbi Koç orduya yardım etmiş, o ne kadar zengindir ki?)
- O çok zengindir
diyebilmiştik ki Hacı tekrar sordu;
- Bextê xwedê ew hinde debarê ji kîve bi dest dixe? (Allah aşkına o, bu kadar hayvan yemini nereden buluyor)?
Şaşırmıştım
Vehbi Koç ile hayvan yemini (debar) bir türlü ilişkilendirememiştim, dayanamayıp Hacıya sormuştum:
- Hayvan yemi ile Vehbi Koçun ne ilgisi var niçin soruyorsun, hacı amca..
-Erêê mamo, ma ew pezê xwe, mih û beranên xwe bi çi xwedandike? (Peki o koyunların koçlarını neyle besliyor ki?)
Hacının, Vehbi Koçun zenginliğinin, koyun sürüleri ile olduğunu sandığını anladım ve bir saatten fazla ona, beyaz eşya, radyo ve araba fabrikalarının olduğunu ve bunlarla zengin olduğunu anlatmaya çalıştımsa da hacıyı aydınlatamadım.
(Daha sonraki yıllarda Marufanda su kıtlığı nedeniyle ot biçenekleri olmadığı için (ÇİLO) meşe yaprakları ile ancak 8-10 hayvan besleyebildiklerini anlamıştım. Bu daracık dünyasında, misafirperver Hacı Ramazana ancak yıllar sonra hak verebilmiştim...)
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte İbrahim ve Musa ile, Marufan köyünden Güzereş köyüne giden patika yolun yokuşunu tırmanırken önümüzde anamız yaşındaki kadınların sırtlarında un çuvalları ile ter içinde kaldıklarını görünce DEVRİMCİLİĞİMİZE yedirememiştim ve arkadaşlarıma -Hadi çuvalları kapalım demiştim.
Çuvalları estağfurallahlara rağmen, zoraki ve gasp edercesine alıp sırtlamış, yokuşun başına çıkıncaya kadar apış aralarımızdan ayakkabımızın içine kadar ter inmişti.
İçi vıcık, vıcık lastik ayakkabılarla unları yokuş yukarı çıkarmasına çıkarmıştık ama tepeden Güzereşin inişinden inmek daha çok zor gelmişti. O ağır un çuvalının altında bir merdivenden inercesine patika laselerden inmek yokuş çıkmaktan çok daha zor olmuştu. Ama DEVRİMCİYİZ ya çuvalları Güzereş köyünün girişinde analara iade ettik. Belki de ilk kez bir erkek onların yükünü almıştı.
Birer şair gibi peşpeşe 77 sülalemize sıraladılar, duaları.
Güzereşte gece Kasım isminde birine misafir olmuştuk. Akşam nefis GILOL yemeği ile karnımızı doyurmuştuk, yemekten sonra çaya köylüler de gelmişti. Sohbetin biri bitiyor bir diğeri başlıyordu, yaşlı köylülerden biri diğerlerine:
- Hun dızanın evroke çı qewimîye? (Bugun ne oldugunu biliyormusunz?) Diğerleri;
- Çi qewimîye? (Ne olmuş?)
-Evro çend jinikê Marufî ar dibir Semedarî, milyaketa cıhalê wa danaye pere gundi, jina qise dikir. (Kadınlar konuşuyordu,, Marufanlı kadınlar sırtlarında un çuvalları ile Semedar yaylasına giderken, melekler çuvalları sırtlarından alıp köyümüzün kenarına bırakmışlar.)
- Kerema xwedaye jê têtin.(Allahın istediği olur.)
Çuvalları getiren bizdik, biribirimize bakıp bıyık altından gülmüştük
Bıyıklıların köyü, bıyık sevenlerin köyü
Pala bıyığı (Simbêlê mûç)çok severdi Güzereşliler, hele hele gılol yemeğini hergün yerlerdi.
Gilol Xwero dênildidiğinde Güzereşli gelirdi akla.
Hani Gılol da sevilmiyecek bir yemek değildi.
Ağaların, mirlerin yemeği.
Pirinç veya den ayran içinde karıştırıla karıştırıla pişirilir, yoğurt kıvamına geldiğinde de bir yaygın kap içine dökülür.
Bu tepsi veya sininin ortasına da bir kapta bal, diğer kapta tereyağı eriyiği ile sofranın ortasına konur, isteyen istediği kıvamda yağ ve bala buladığı gılolu afiyetleyebilsin diye.
Güzereşten Tuhub, Zaviteye indiğimizde öğlen yemeğini geç hazırlayan kebanisini döven ev sahibi O
. a kızıp, Süleyman peygamberin mekanı Heşet köyüne kadar aç aç yürüyüp, köyde karnımızı doyurup, mezarında Süleyman peygambere Fatiha okuduktan sonra Gêliyê Tiyarêden aşağı inmeğe başlamıştık
Birkaç kaynakta okumuştum, 1915 yılına kadar bu vadilerde 30 bin Asurinin yaşadığı söylenir. Tiyar denilince akla Şel û şepik gelir.
Merezi tiftikten yapılan, nakışlı ve çizgili, şel û şepik ile omuzda zamanın hançer ve kılıçlarına karşı bir zırh görevi gören ÇÛXİK-Kerik yelek, insanı daha da bir azametli gösterir.
Zaten vadide yaşayan insanlar daha iri daha bilekli, daha kalın kemiklidir...
Her taraf dağlık ve sarp kayalardan oluştuğu için, vadi tabanları sulak ve meyve ağaçlarına elverişlidir ve her türlü meyveye müsaittir ama, biçenek ve ekili alan yetersizliğinden dolayı da Tiyarda bir evi doyuracak kadar bir tarla için yamaçları kazıyıp deşeleyip düzelterek pirinç veya buğday tarlası haline getirmeyen gencin nikahı kıyılmıyormuş kiliselerde de
İpek böceği üretimi için vadiler dut deryası adeta, tû sipî, tû reşk ve tû şembi diye meyvesi değişik değişik tadlardaki dutların yaprakları ile beslenen ipek böceklerinden elde edilen kaliteli ipeklerle, Tiyarda ki tezgahlarda dokunan, Hizark, Xiftan ve Kesrevandan bir kaçını gördüm Hakkarideki eski sandıklı ailelerde...
Tiyar hakkında yaşlılardan çok şey dinledim, ufak birini yazmadan edemiyeceğim.
Yürümüşler bizim Müslümünlar Asurilerin üstüne Tiyarda, TÛXÛB Asuri köyünde.
Elinde hançerle hucuma geçen bir Müslüman kardeşimiz (tanıyıp konuşmuştum) bakmış ki az ilerde Asuri hırıstiyanı dolma tüfeğini doldurmak üzere şişliyor.
O hemen tabanları yağlayıp kaçmağa başlayınca, bunu gören Asuri erkeği bir taraftan tüfeğini şişlerken bir taraftan da kaçan Müslüman ın peşinden;
- "Mereve mamê Misliman mereve
Da ez zerbek deynime te tu biçî bihuştê. Ji bihuştê nereve
Horî Pêviyatene.. (Kaçma Müslüman amca kaçma sana darbeyi indireyim ki cennete gidesin. Cennetten kaçma. Huriler seni bekliyor...)demiş.
Ama bizimkinin cennet, huri falan dinlediği yok, bir anda gözden kayboluyor tabi...
Çukurcayla ilgili yazamadığım çok şey var, ama Hiseyinê Heso ağa ile anılarımızdan birini yazmamazlık yapamam
İlk tanışmamızdı, köyüne içmesuyu götürme çalışması için gitmiştik, yakındaki bir pınarı borulayarak köyün içinde uygun göreceğimiz bir iki yerde çeşmeleyerek hizmet edecektik ağaya
Öğlene çok vardı ama o bizi odasından kıpırdatmadı:
Yemeğinizi yemeden yerinizden kımıldayamazsınız, olur mu aç aç çalışmak
Hıseyne Heso misafirlerini aç aç çalıştırdı dedirtmemdiyerek o güzel sohbeti ile hayatımda ilk kez o evde içtiğim KEZWAN kahvesinin kalbe faydalı olduğunu da ağadan duymuş, ardından kurulan güzelim sofradan sonra da semaverden içtiğimiz kaçak çaylar gelmişti.
Yediklerimizle içtiklerimiz midemizde ben daha lezzetliydim diye yarışırken, bir ara ağa ayağa kalkarak;
- Ehh yolunuz uzundur başımla gözüm üstüne geldinizdedi. Şaşırmıştık..
- Ağa biz Hakkariden buraya çeşme yapımı için yer tesbitine geldik.
- Biliyorum evlatlarım, biliyorum bunu..
- Ağa madem biliyorsun müsaade et
(sözümüzü keserek;)
- "Müsaade sizin evlatlarım. Bakın siz en alt tabakanın memurlarısınız, gelip burayı yazıp çizeceksiniz, Ankaraya göndereceksiniz. Ankara bana 100 torba çimento, 100 adet plastik boru yazacak, sonra çeşmemi de birine 100 bin liraya ihale edeceksiniz.
Hayır evlatlarım hayır, ben böyle hizmet istemem, akraba birilerine ihale edecekler işimi oda alacak boruları bir avuç çimento ile birkaç torba yıkanmamış kumu karıştıracak toprağa gömecek ondan sonra gidip diyecek ki ben Hiseyinê Hesoya hizmet götürdüm. Hayır, hayır ben böyle sahte hizmet istemem.
Ben pınardan köye kadar ölçmüşüm, birkaç gün sonra köylünün işi azaldığı günlerde, köylüm kanalını kazıyacak, yeter ki siz bana borularımı verin ben sizden başka bir şey istemem. O 100 bin lira da devletin cebinde kalsın. Hadi Müdürünüz Burhan Beye benden selam söyleyin..."
Biz de ister istemez aracımıza binip Hakkariye doğru yola koyulmuştuk ve başımızdan geçenleri müdürümüze anlatmıştık
Gerçekten de bir sonbahar günü, üzerinde mavi (esmanî) şel û şepiki ile belinde ipek şûtıki, elinde helhelok ağacından Qelunu (pipo) ile gelip bizden borularını sivil bir araçla alıp götürdü ve köyüne üç çeşmeden su akıttı, yıllarca da bu isale hattı arıza yapmadı
Birkaç yıl sonra da bir gün köyünün yolunu açtırmak için de dozercinin yanına oturarak Hakkariden AŞUTe köyüne kadar dozerle birlikte gittiğini bilirim
Yaşamım içinde AYAKKABISINI ÇOK seven üç kişi gördüm, biri Hiseynê Heso ağaydı biri Ahmedê Kerevan diğeri ise Dr. Hamit Atlının babası Salih Atlı bey idii...
Biri hariç diğerlerine Diyarbakırdan sivri burunlu el yapımı kırmızı kahverengi ayakkabı hediye etmiştim
....
DEVAMI VAR...