1988 Enfali - Yok edişi
Yazının başlığını koyarken “ENFAL” diye düşündüm bir an. Ama peşinden de
“-Hangi ENFAL” diye sordum kendi kendime… Öyle ya bu ilk değildi ki onun için başlığı “88 Enfali -YOKEDİŞİ” diye değiştirdim.
O coğrafyada, Kuzey Irak’taki Kürtlerin coğrafyasında 1900’den 1950, 1960, 1970 ve 1980,1990’lı yıllara kadar dünyaya gelen her bebe, her çocuk, her insan, hatta o insanlarla birlikte olan her hayvan yıllarca ama yıllarca acımasız saldırılarla karşı karşıya kalmıştır…
Uzun yıllar o sınır boylarında hizmet götürdüğümüz sırada Şemdinli’den Uludere’ye kadar defalarca ama defalarca güpegündüz Irak rejiminin uçak ve helikopterlerinin köy ve vadilerdeki Müslüman Kürtlerin üzerine leblebi gibi bomba boşaltmasına şahit olmuştuk. Bu tür ağır silahlar karşısında asla pes etmeyen Kürtleri teknoloji bile yıldıramamıştı.
Önceden ölmüş anlamıyla adlandırılan “PEŞMERGE” kimyasal silahların kullanılmasıyla halkın ve ailelerin kökten yok edilmesi korkusu yaşıyordu…
Saddam, Irak’ta iktidarı ele geçirdikten sonra ENFAL (yok ediş) ilan etmişti kendi vatandaşları olan Müslüman Kürtlere karşı.
Enfal Kur-an’da bir surenin ismidir ve bu surede “Müşriklerle yapılan savaşta müşriklerin mal ve canlarının ganimet olduğu” belirtiliyordu…
Kürtler de her Müslüman gibi İslami vecibeleri yerine getirmeye çalışan ve gereklerine uyan bir Müslüman millettir. Saddam ve adamları dünyaya “biz sosyalist bir ülkeyiz” mesajı verirken, Müslüman Arapları da adeta Müslüman saymadıkları bir topluluğu yani Kürtleri öldürmeye, ölüme göndermeye, taşınır taşınmaz mallarını, paralarını, ziynet eşya ve altınlarını, yüz binlerce küçük ve büyükbaş hayvanlarını “ENFAL diye” talan ve ganimet saymak için Kur-an’ın ayeti ile adlandırarak adeta fetva ile teşvik ediyordu radyolarda, televizyonlarda...
Enfal’in de eksiksizce yerine getirilmesi için “Kimyasal Ali” lakaplı acımasız insan Ali Hasan El-Mecit yetkili kılınıyordu.
Tarihte hem de yakın tarihte benzeri tekerrürler yok mudur sanki? Vardır...
Zalimane duygularına taraftar edinmek için,
“-Dinimize hakaret ettiler.”
“-İmanımıza küfür ettiler.”
“-Caminin duvarına işediler.”
“Camiyi yaktılar, bombaladılar.”
“-Ermeni soyları.”
Gibi, iğrenç iftira ve söylemlerle nice katliamları gördük, duyduk, okuduk, bugüne kadar...
(Zaten aynı Saddam ve arkadaşları da İran’ın üzerine “KADİSİYE ZAFERİ” naralarıyla, 8 yıl milyonlarla İranlı ve Iraklı Müslüman insanın ölümüne mal olacak bir savaşı başlatmamış mıydı? Ki Kadısiye savaşı Halife Ömer döneminde yani 1345 yıl önce İslam ordularının İran Sasanilerine karşı kazandıkları zaferin ismidir. Ama sonuçta savaş bombası Kadisiye diye kendi başında patlamadı mı?
1988 yılının Eylül ayında sınırdan gelen “Kimyasal saldırılı” söylentilerinin hiçte iç açıcı olmadığını duyuyorduk. Ki aynı yılın ilkbaharında Saddam’ın emri ile kendi kasabasında kendi vatandaşlarına attığı kimyasalla binlerce insanla birlikte birçok canlının da yok olduğu günlerdi. O günlerde bizler de bizim radyo ve televizyonlarda bu konuyla ilgili bir haber söylenir diye geç saatlere kadar uyumadığımız oluyordu. Ama nafile bir bekleyişti, o günler…
1991 yılındaki göçün görüntülerini genç okurlarımın bilgisine daha önce sunmuştum… Bu yazımda da bundan 21 yıl önce aynı coğrafyada öldürme ve yok etme harekâtına şahit olmuş ve objektifime yansıyan görüntüleri özetleyerek sizlerle paylaşmak istedim. Yaşanan o günleri ve bu sayfadaki görüntüleri anlatabilmem için birkaç yıl gerisini de özetlemem gerekiyor.
Barzan bölgesi Türkiye, Irak ve İran sınırlarının birleştiği üçgende azgın Zap suyunun doğu yakasındaki sarp dağlarla çevrili bir bölgedir. Barzani
ailesinin özgürlük mücadelesi 1900’lü yıllardan önce Osmanlılar dönemindeki bir mecburi iskân tepkisi nedeni ile Dede 1.Abdülselam’ın Musul’da asılması ile sonuçlanır… Baba Mustafa Barzani ise 1900’lü yılların başında daha kundakta iken Hamidiye alaylarından bir gurubun gidip köylerine saldırması sonucunda, kundakta annesinin kucağında iki yılı ceza evinde geçer… Ceza evi serüveninden sonra aile Süleymaniye civarına sürgün edilir.
Mustafa Barzani, 6–7 yaşlarındayken 1907’nin baharında o yöreler Osmanlı yönetimi altında idi. Barzan, Herki, Dolemeri, Nizarî, Mizurî, Şerwanî, Berwari
Beroji ve Gerdi gibi büyük aşiretlerin birlikte aldıkları kararlarla, İstanbul’a
BAB-I ALİ’ye Kürtler adına;
1-Kürt dilinin bütün Kürt bölgelerinde resmi dil olması.
2-Öğrenim dilinin Kürtçe olması
3-Mevcut vergi sistemi ile toplanan paralarla bölgede okul ve yol yapımında kullanılması
4-Devletin resmi dini İslam olduğundan İslam hukukunun uygulanması.
5-Kürdistan’daki yönetici ve memurların Kürt olması…
(yüz yıl sonra hala aynı taleplerin olduğunu görmüyor muyuz?)
Taleplerini bir telgrafla iletmelerinden sonra sorumlular, Musul valisi ve Kürt asıllı Süleyman Nazif tarafından asılırlar.
1915’te Barzan bölgesinin yönetimi Mustafa Barzani’nin ağabeyi Ahmed’e geçer… Irak yönetimi 1920’den sonra Osmanlılardan kopartılıp İngilizlerin mandasına geçtikten sonra yine Kürtlere verilen sözler tutulmadı. Emir Faysal Irak Kralı ilan edildiğinde Süleymaniye ve Kerkük Kürtleri bunu onaylamadı ve Süleymaniye’de Şeyh Mahmut BERZENCİ kendisini Kürdistan Kralı ilan etti.
Çalkantılarla geçen yıllar Barzan bölgesinde büyük tahribatlara sebep olmuş
uzun zamandır ekilemeyen araziler çoraklaşmıştı.1930’lu yıllara kadar sakin geçen bölgede yine çalkantılı yılların başlangıcı olmuş. Sovyet’lerin yükselişi ve dünyadaki yeni savaşlarla yöre yine kaynayan kazana dönüşüyordu…
Yakalanan Şeyh Mahmut Berzenci İngilizlerin etkisi ile Güneye Nasiri’ye
Sürülür ömür boyu… Ve yine İngiliz uçakları ve İngiliz topçusu ile karşı karşıya kalan Barzani ailesi 1932 yılında Türkiye’ye Yüksekova’dan sığınıyor
Muş, Erzurum ve Eskişehir’de kalan Barzan halkı 1934’teki af ile birlikte tekrar yurtlarına dönerler ama işin içinde yine sürgün yine ayrılık vardır. Baskılara dayanılmaz yine 1935’te Ana kucağı dağlara kaçarlar. Alev alev yanan ovalardan üç arkadaşı ile birlikte aşiretini ve akraba aşiretleri toparlamaya çalışır, Molla Mustafa Barzani.
Bu sıralar ABD’nin desteği ve isteği ile Irak yönetimi Bağdat’ta “Kürt İşleri Bakanlığı” kurar. Bununla birliktede bölgede Kürt siyasi örgütleri çoğalmaya başlamıştır. Her örgütün kendi görüş ve yararları doğrultusundaki öneri ve talepleri ile bir karmaşa ortamı oluşmuş,1944 yılında Kürt örgütleri ve entelleri birbirlerini çekememezlikle yıpranmaya başlamışlar. Dünyadaki savaş ortamında savaşmayan Kürt örgütleri o günlerde kelleleri koltuklarına alarak dağlarda özgürlük mücadelesi için çatışan peşmergelerin sırtından edindikleri kazanımları paylaşıp pazarlamak hatta onları saf dışı göstermekle meşgullerdi.
(1970’li yıllarda Türkiye’de Doğu ve Güney Doğu Anadolu’da olduğu gibi.)
Bu karmaşa içinde 1945 yılında Barzani tarafından Azadi Partisi kuruldu. İngilizler Irak yönetimi ile birlikte Kürtlere yönelik ortak bir hareket hazırlıkları içinde iken Barzani de boş durmaz, bölgedeki Müzîrî, Dolemerî, Jerîf, Şiverezî, Şerwanî, Berojî, Rejfikan, Goran, Şerefan Silêvanî ve Biradost aşiretleri ile İngiliz ve Irak yönetimine karşı koyma kararı alırlar. Çatışmalar sırasında destekçi aşiretlerden birçoğu saf değiştirerek hükümet saflarına geçerler ve bunun üzerine de Barzani yenilgiye uğrar ve çoğu aileleri ile birlikte İran’a geçerler.
1946 yılında SOVYETLERİN desteği ile kurulan Mahabat Kürt Cumhuriyeti Molla Mustafa Barzani’yi general ilan eder.
Daha sonra Mahabat Kürt Cumhuriyeti’nin yıkılışı ile birlikte Barzani ve adamları ailelerini kurtarma amacıyla Neğede, Oşneviye ve Urmiye çevresindeki dağlık alanda barındırmaya karar verirler. Tahran’dan Barzani’ye idam kararı çıkması üzerine ABD elçisi Kürtlere yakınlık göstererek ŞAH nezdinde idamları kaldırttığı gibi, Şahın onları HEMEDAN’daki Elvend dağı yöresine yerleştirme isteğini Kürtler reddetti ve tekrar Irak topraklarına dönmek zorunda kaldılar. Dönenlerden Irak yönetimine teslim olanlardan bir kısmı BASRA’DA bir kısmı ise Musul ve Kerkük ceza evlerine konulurken Molla Mustafa ve yakın arkadaşlarından Abdurrahman Müftü, Şeyh Süleyman, Ali Muhammet, Mir Hac, İsê Suvar ve Eshed Xoşevî gibi isimlerle mücadelelerine dağlarda devam ettiler ise de 1947 yılında ağır yenilgiye uğrayan Barzani 400 atlısı ile Türkiye İran sınırını takip ederek SSCB’ye sığındı.
Barzani konuşabilecek düzeyde Rusça bildiği için yetkililerle iyi ilişkiler kurabiliyordu, “Halkların kendi kaderini tayin hakkı” için kendilerine yardım edileceği sözü verilmişti, Barzani’ye bir fakültede coğrafya, dil, fen, politika ve iktisat dersleri verilmişti.
1957 yılında Moskova’da yapılan uluslararası öğrenci ve gençlik kongresine Kuzey Irak’taki Kürt gençleri de katılmış onları temsilen gelen Celal Talabani Irak’taki Kürt halkının durumu ve KDP hakkında bilgiler vermişti.
Iraktaki “Hür subaylar gurubu” 1958 yılında Bağdat’taki kraliyet sarayını ele geçirip Kral FAYSAL, Prens Abdullah ve başbakan Nuri Said’i öldürmelerinden sonra yeni yönetimin başına Abdülkerim KASIM getirildi ve Irakta krallık yönetimi yerine Cumhuriyet ilan edildi.
Kasım “Kürtlerin eski yönetimlerden çok çektikleri için” aşiretlerin geri
Dönüşlerine sıcak baktı. Bunun üzerine 1958 yılında Sovyetlerden Bağdat havaalanına inen Barzani bir kahraman gibi karşılandı eski başbakan Nuri Said’in sarayına yerleşen Barzani ve arkadaşlarına maaş bağlandı. KASIM aynı yıl bir suikast ile yaralandığında bunu Kürtler veya Komünistlere bağlamış, Barzani’ye karşı tutumunu sertleştirmiş hatta Barzani’ye karşı olan aşiretleri de silahlandırması üzerine tekrar bölgeye gelen Barzani 1961 yılında 1975 yılına kadar sürecek ayaklanmayı başlatmıştı.
* Devamı bir sonraki yazımda…
1975 yılında silah bırakmaya zorlanan Peşmergelerden evli ve çocuk olanlarını İran’a götürebilmek için Hakkari’de ağasından beyine herkes bulabildiği çocukları ve aileleri sırtlarında günlerce taşıyarak İran’a ulaştırmışlardı.
Bu yukarıdaki iki siyah beyaz fotoğraf 1975 yılının tek insan zaiyatı idi. Bu insanlar Hakkari’de saygın bir ailenin kamyonlarının kasasında tesadüfen yakalanmıştı, aile hala bunun üzüntüsünü içinden atamadığı gibi bu insanlar aynı yıl içinde Irak yönetimine teslim edildi ve kurşuna dizildiler.
1970’li yıllarda Kuzey Irak’taki peşmergelerden kaçan Iraklı askerler Türk güvenlik güçlerine teslim oluyorlardı, daha sonra da güvenli bölgelerden Irak’a iade ediliyorlardı.
Sınıra yakın yerlerde hizmet (köy yolları) ettiğimizden, Irak yönetiminin havadan saldırılarını net görebiliyorduk. Bu Irak helikopteri Peşmergelere saldırmak için topraklarımızdan içeri girerek hedefine gitmeye çalışıyor ama bizim seyretmekten başka yapacağımız yoktu.
1988 Eylül ayında kimyasallardan kaçan köylü peşmergeler Çukurca’nın birkaç köyünde göründüler.
Gelen insanlar birkaç gün içinde köylerdeki evlere sığmaz oldu ve rast gele yerlerde, ağaç altlarında barınmaya başladılar.
Çukurca’nın Serêsvê bölgesine gelenler içinde erkekler çoğunlukta idi.
Çukurca’nın Geremüs bölgesine gelenlerden bir çoğunun vücudunda, zehirli gazların izi vardı.
İnsanların sınırı geçip yığılmalarını duyan değerli insan Hakkari milletvekili Cumhur KESKİN birkaç arkadaşı ile olay yerine gelmiş ve kamuoyuna olayı duyurmak için büyük gayret sarf etmişti. TRT genel müdürlüğüne çektikleri telgrafta, “Günlerdir Hakkari’nin Çukurca ilçesinde Irak sınır boyunda on binlerce sivil insan ülkemize sığınmış ve sorunlarına çözüm beklerken, yetkililerin bu önemli olayı görmezden gelmesi, TRT’nin habercilik anlayışının hala çağın gerisinde kaldığı anlamında yorumladığımızı bilmenizi isteriz.”diye tepkilerini belirmişlerdi.
Günlerce Hakkari halkının dışında herhangi bir kurum ve kuruluştan veya Müslüman ülkelerinin hiç birinden ses çıkmayınca da o günün renkli simalarından Mikail Elçi onları Kızılhaç’tan yardım istemeleri için teşvik etmişti.
Doğumundan ölümüne kadar ömrü o dağlarda geçen binlerce yaşlı peşmerge vardı.
Bunlar ve bunlar gibi binlerce kadın defalarca ama defalarca bomba ve hava saldırılarından kurtularak yaşayabilmişlerdi.
Çukurca sınır boyunda Geremüs, Elemun, Mergan ve Aşute gibi birçok köyün kırsalındaki dere ve ağaçlık bölgelinde barınan insanlar günlerce aç ve açıkta kalmıştı.