Zap suyu havadisi
Herkes iyilik havarisi, ben dahil.
Ama durmadan acıyor canımız. Ciğerimiz paramparça.
Hatırlarım, çocukluğumda hep Zap suyu havadisleri konuşulurdu ve hepsi ölümler üzerine kurgulanmıştı.
Türküsü bile okunurken içinden buram buram ölümlü hikâyeler yükselirdi.
Asma köprüden geçen düğün alayının Zap’ın taştan taşa çarpan, adeta yatağını yırtan deli suyuna kapılışını anlatırlardı…
Yine, gelin evinden dönen minibüsün Zap’ın serin sularına kapılıp bir daha izine rastlanılmayışı ağızdan ağza dolaşır…
Neylersin, Doğa ana Hakkâri’nin sarp dağlarının arasından akıttığı bu suya asilik vermiş, hırçınlık vermiş sonra başımıza salmış.
“Zap suyu derindir geçit vermiyor..
Çağladıkça dağı taşı deliyor..
Aldığı canı da geri vermiyor…”
Efsaneleriyle sınırlarının çok kilometreler ötesine giden Zap suyu, canlı aldığı bedenleri genel olarak sınırlarının çok uzağına cansız olarak taşıyor. Aynı zamanda Hakkari’ye dair yazılan her dokümanterde de vurgular bu mana da hayat bulur.
Zap suyu, binlerce yıllık yaşam merkezinde hep geçit vermeyen ve aşılabilmesi için zorlu olmaya devam etmiştir. Belleklere kazılmış bu suyun hikayeleri ekseriyetiyle hüzünlü bir o kadar acımasızdır…
Cumhuriyet gelip hüküm kurunca; hükümdar olanların politik söylemlerinin arasındaki yer imi de Zap suyu olmaya başladı. O kadar çok istismar edildi ki Zap suyu ismi neresinden bakarsanız bakın o Çağıl çağıl doğa olayı kocaman bir korkuya dönüşüyordu.
Gerçek havadislerin yanı sıra algıya oynanan kurgularda yok değil.
Bu kent, yani Colemerg nasıl ki bir paşa paşa ayrımcılığa tabi kalmışsa, Zap suyu da bir o kadar yabancılaştırılmıştır kimliğine.
Ona mahsus olmayan ucuz kahramanlık masalları ile Zap suyu adeta kirli, korkak, ödlek kurgulara teslim edilmeye çalışılmıştır…
Oysa doğduğu kollarından oluşan Zap suyu bir dereler, sular konfederasyonudur.
Avareş, Spîxane, Bêrdîk, Nêhîl, Orşe, Pîzok, Bêrem ve daha onlarca suyun birleştiği ve bir ağızdan aktığı kocaman bir sular konfederasyonudur o hırçın, asi nehir.
Her tabiat parçası gibi Zap suyu da süren hayatın içinde kendi ahengiyle yoluna devam ediyor.
Sorun;
Sorumluluklarını kaybeden yerel halkta ve devlet olduğunu iddia eden yönetimler ile iktidarların kandırmacıları.
Sorunların başlangıcı egolara kurban edilmiş bir halkın mazlumluğu. Aç açına bırakılmış ve kadermiş gibi öğüt edilen dikta.
Eğitimden yoksun bırakılmışlık, uzak tutulmuşluk.
Öteki bırakılmak.
Kendi gerçekliğine/gerçekliğine yabancılaştırılmak…
Yok sayılmak, inkar edilmişlik…
Çözüm; atıkların atılmadığı, suyun muhafaza edildiği, sorumlulukların fazlaca duyulduğu, sorgulayan, çabalayan insanlar olmaktan geçer…
İktidarları dize getirecek yeterliliğe gelene kadar öğrenmek, sorgulamak, değişmek, dönüştürmek.
Bize zarar verecekse kendi iktidarımızı bile sorgulamak.
Kendimizi…
Yolu yapmayan yüz yaşındaki cumhuriyeti sorgulamak…
Sürücülüğü menfi karşılıklar karşılığında onaylayan yerel yöneticileri yargılamak…
Yolun etrafına bariyer koymayan, taş düşmesin diye önlemsiz kalan, bütün bunları yapmayıp hizmet verdiğini iddia eden o bürokratları eleştirmek.
Bir daha hangi ana ağlar bilemem…
Geçen zaman içinde hep durduğumuz yerden söylenip, adeta dedikodu yapmak görüldüğü gibi sorunumuza çare bulmuyor.
Çare için ve hiçbir sevgilinin, annenin, babanın yüreğinin yanmaması için, hiçbir çocuğun yetim ya da öksüz kalmaması için uyuduğumuz uykudan uyanma vaktidir.
Havadisler güzel olsun diye büyük yürüyüşe başlama vaktidir.