Taksim dayak meydanı
Karınca yoğunluğunu andıran bu meydandan, insan yürüyüşleri heyecanlandırırdı. Koca bir insan kalabalığı adeta bu meydan ve bu meydana açılan ana yollar, ara yollar, çarşı merkezlerine doluşuyordu her daim.
Zihinsel jimnastiğin türlüsünün yükseltisinde süren hayat, gece gündüz durmadan devam ederdi.
İşçi-emekçi-direnişçi-demokratik talep içeren bütün istekler burada kamuoyuna aktarılır, bura da çalgıcılar, öğrenciler, seyyar satıcılar, dilenciliği mesleğe dönüştürenler, turistler yani ülke haricinde gelenler, müziğin tınısına kapılanlar, kağıt mendil satan çocuklar vardı.
Yani bir dünya insan bir sihirli heyecan sürerdi Taksim.
Ve en çokta 1 Mayıs ile bütünleşip geldi bu güne.
Tabi egemen siyasetin egosunu taksimde her seferinde freni boşalan kamyon gibi sürdüğünü de Türkiye ve dünya kamuoyu yakından bilir.
Şimdi ki zamanda ise; Taksimde dayak atan polisler ve dayak yiyen halk tüm haber bültenlerinin başında gelir.
Zırhlı araç nezaretinde, yasal kalkana büründürülen polisler durmadan halkı dövmek, ıslatmak, yerde sürüklemek, gözaltına almak için canhıraş bir vatanseverlik destanı yazıyor. Devletin yasal silahını, copunu belinde bulunduran bu polislerin yarın bir gün heykeli dikilecek gibi, sayesinde maaşını aldığı halkı tartaklamak için büyük bir efor sarf ettiğini hayretler içinde izleyen vicdanlı adamlar da var tabi…
Vicdanını “ekmeğim” diyerek görmezden gelmek bir hastalık olsa gerek.
Hiç ama hiç vicdanlı kalmasa bile yeryüzünde, bu yapılanın devleti ve milleti savunmak olarak algılayan kesime vicdansızlığın tavanı olarak sunmak doğru olur.
Bu ülkede öğrencileri dövmek cumhuriyet eğitim politikasının öğretmen kimliğinde vardı, falakayla öğretmeye çalıştıkları aslında devletin gelecekle ilgili garantisiydi.
Bu ülkede işçiyi, üreteni ezmek, onları üç beş kuruşa razı etmek için ellerinden gelen her türlü düzenbazlığı yapıp yetmemiş gibi de üstüne dövdürmek helalden sayıldı hep.
Oda yetmezmiş gibi, hak aramanın “anarşistlik” “komünistlik” “teröristlik” olarak propaganda edildiği de bilinen bir gerçek.
Nedir peki bu devlet paranoyası?
Taksime çıkan insanlar, yurttaşlığın hangi kurallarını ihlal ediyor?
Acaba yurttaşlıkla insanlara sadakat ve köle olma zehrimi enjekte edilmek isteniyor?
İşçiler-emekçiler orada şiir okuyup, konuşup, halay çekip dönerlerse evlerine daha iyi olmaz mı?
Neden kırmızı muletayı görmüş gibi polis saldırıyor bu insanlara?
Dayak atmaktan hoşlanan bu kadar insana nasıl bir eğitim verildi?
Dövme ve dövdürme ruhuyla iktidarlarını korumaya kalkan siyasi yapıların güvenirliliği tartışılır. Bu iktidarların havasına kapılmanın da yurttaşlık anlayışında yeri ve itibarı olmamalı.
Türkiye’nin meselelerine dayak atma mesafesiyle yaklaşan iktidarların, taksimdeki provaları aslında hiçte iç açıcı değil.
Aksine korkunçtur.
Sindirilmiş, bastırılmış, köleleştirilmiş bir Türkiyeli prototipi yakalama projesi gibi görünüyor. Bu proje Türkiyeliyi mutlu eder mi bilmem, sandıktan çıkan sonuçlar ne kadar gerçekçi ya da ne kadar cevap niteliği taşıyor onu da bilmem.
Fakat açık ara farkla Türkiye halkları denize düşen yılan gibi bir fotoğraf karesine sıkışmış.
Taksime çıkıp dayak yiyip yaşam özgürlüğüne kavuşmak yerine, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyerek köşesine çekilmenin fotoğrafını andırıyor.
Doğal olarak kendi işçisine-emekçisine-aydınına- demokratına, muhalifine taksimde kaba-saba dayak atan bir iktidarın, rejimin Kürt halkına sunacağı bir mutluluk resmi hiç olmayacaktır diye düşünüyorum…
Biri dayak atacak- biri dayak yiyecek böyle bir oyun bile olmaz.
Öyleyse Kürtler kendi taleplerini kendi dinamiklerine havale edip kendi inşasını yapmaya başlamalı…