Şiirin bir bıçak ağzı var, kanatmaz
1984’e yapılan Şemdinli ve Eruh baskınıyla ilk adımlarını atan Apocular Gever’de de konuşulmaya başlanmıştı. Zıpkın gibi delikanlılarız bu tarihte, akranlarımla birlikte Apocuları tartışıyoruz kendi aramızda.
PKK ile tanışalı daha çok olmamış yani.
Polis yememiş-içmemiş peşimize düşmüş.
Daha ne olup bittiğini öğrenemeden, bir baskınla aldılar bizi içeriye, Yüksekova kapalı cezaevinde diğer adli mahkûmlarla bizi bir araya getirmemek için kütüphane diye ayırdıkları ama içinde kitap bulunmayan atıl odaya tıktılar bizi uzun süre.
Sonra bir kör şafakta ellerimiz kelepçeli Diyarbakır E tipi kapalı cezaevine götürdüler.
9 koğuşun tamamında Apocular vardı. Bizim gibi insandılar, elleri, kulakları, saçlarıyla resmen insandılar ama bir artıları vardı durmadan okuyup tartışıyorlardı. Kürt halkının dirilişi için devrimci bıyıkları, gururlu yürüyüşleriyle bu adamlar hiçbir Türkiye üniversitesinde olamayacak kadar araştırmacı, sorgulayıcı, konuşkan ve inançlıydılar…
Bir gün; avukat görüşü için çağırdılar. Görüşme odasında tıpkı Apocular gibi devrimci bıyıklarıyla bir avukat vardı.
Adı; Hamit Geylani.
Onu “Yirmi kurşunlu yürek” adlı şiir kitabından tanıyordum. Lisedeyken kız arkadaşın biri getirmişti, öğretmenimiz teksir makinesinde çoğaltmıştı her birimiz için, sonra öğrendim ki ben yakalanınca ev halkı diğer kitaplarımla birlikte “yirmi kurşunlu yürek” kitabının teksirini de tandırın gür alevine vermişler.
“Tek solar çok yeşeririsin Kejan”
Nedense Harran cenderesinde ve Kürdistan Ana’ın her karış toprağında adı sanı duyulmamış işkencecilerin ve akla zor gelen ölümlerin katillerinin yaratmış olduğu korku havası zamanlarında yazılmış Hamit Geylani şiirlerinin cesur ve öngörülü dizeleriyle başlamak istiyorum yazmaya…
Mektepli olmadığım için bu şiirlerin içindeki aşkı ve “Şemdinli’den Qamişlo’ya Dağ sevdası” kitabındaki korkusuz siyasi yürüyüşün hakkını vermeyeceğimden korkuyorum. Ama yine de bir alaylının dil hazinesini klavye tecrübesini sereyim dedim kendimce…
Bizim burada şiir yazanla alay edenlerin sayısı az değil ha!
Hamit abê, bu kesime/kesimlere, kırmadan-dökmeden-kanatmadan kavga nasıl yapılır diye bir yanıttır bir derstir.
Özellikle Hakkari coğrafyasında ve bilhassa Navşar ikliminde bir devrimcinin Türkiye faşizm duvarına karşı savaşını öyle birkaç sayfaya sığdırmak imkansızdır. Ama Hamit abê, bu imkânsızı tek başına verebilmiştir. Tek başına bir devrimci kürdün başkent koridorlarında sabırla, sebatla vermiş olduğu mücadelenin nasıl çok yeşerdiğinin de göstergesidir.
Bu coğrafyada şiire sıklıkla rastlamak mümkündür, tabiat bazen bir akşam batımında, bazen bir akarsu sesinde, bazen bir sarp kayanın gölgesinde, bazen bir dağ keçisinin narinliğinde, bazen esmer bir kadının hızmasında şiiri doğurur…
Ama bu coğrafya işgalci terapilerin sıklıkla denendiği, gösteriminin yapıldığı bir uzun seferden çıkıp gelmiştir bu güne.
Bu işgalci sağaltımlar gün geldi, inançsal bir örtüye gün geldi öldürme tehdidiyle gün geldi ders kitaplarıyla dayatıldı insanımıza.
Dünyanın gözleri önünde gerçekleşen ve hiçbir kalpsizin bile dayanamayacağı şiddette kan akıtan örnekleri bu coğrafya, Palo’da, Dersim’de, Meraş’ta, Zilan’da, Halepçe’de, Enfal’de ve yakın geçmişte Roboski’de gördü…
Ve binlerce Kürt evladının son otuz yıldaki yitimi dipdiri aklımızda.
Ve Şemdinli’den bakınca durmadan batıya koşan bir savaşçının denize bir adım uzaklığıdır Rojava dolayısıyla Qamişlo…
Kürdistan tepsisinin kenar kenti Qamişlo’dan yükselen özgürlük kokusuna kapılan bir yanı var “Şemdinli’den Qamişlo’ya Dağ sevdası”nın ve de bir yanı bu kokunun verdiği mutlulukla tutunur yaşama.
Hani diyordu ya; “Tek solar çok yeşerirsin Kejan”
İşte bir bir yeşeriyor Mezopotamya.
Ve öyle çok çoğaldı ki Kürdistan’da umut ve öyle çok ki Azad.
Çünkü isterdin ki; adın “Azad” olsun.
Daha dün gibi Urumîye’de başlayan yaşam kavgasının, “Nav Çiya” Şemdinli’de süren sayfalarında şerefine kadar, namusuna kadar dolu, onurlu bir duruşun şimdi “Azad” çağındayız.
Ne yeri göğü yırtan jet’lerin sesi, ne toprağın göğsüne derin yaralar açan obüs toplarının metal zehri, ne kanserin o sinsi düşmanlığı, ne jandarma, ne polis, ne kontrgerillanın durdurabildiği bir hayatın kahramanına dairdir “Dağ Sevdası”
Şair naifliği, devrimci hırsı yüklüdür o kahraman.
Bıçak ağzı gibi keskindir ama kanatmaz o sadece ve sadece gelecek çocuklarına bayram tadında bir hayat kurma telaşındadır.
Faşizme kafa tutmuş bir sevdanın yüreğidir çünkü “Azad”
Ülkesinin bal tadı, ceviz tadı olup, “küçük kardeş Erivan”a kadar derman olmaya kulaç atmış…
Bitmez tükenmez günahı olanlara, sevabın haklı yüzünü gösterir durmadan. Durmadan içini ısıtır Kürt çocuklarının. Durmadan yüreğini okşar ve sevgi yollar dünyanın diğer çocuklarına…
Ve kabustan uyanıyor bir bir çocuklar, yani senin değişinle çok yeşeriyor umut, sen şiirlerinle, yüreğinle şiirlerini yaz…
Dosdoğru şiirlerini yaz…
Çünkü senin şiirlerin kanatmaz, yaşatır “Azad”