Şair be şair
06 Mayıs 2006, günlerden Pazartesi, işten erken çıktım. Bizim eve doğru yol almadan içimdeki negatif enerjiyi boşaltmak için yolumu biraz uzatmaya karar verdim. Yürürken aklımdan neler geçtiğini hiç anımsayamıyorum.
Bir ara doğa ana üzerime bir yağmur serpiştirdi, rüzgâr yok...
Hayatımda ilk kez yağmurdan kaçmak yerine altında yürümeyi dayattım kendime, adeta kendimi cezalandırdım. Biraz sonra ceketimin vatkalarını ıslatan yağmur omuzlarıma nem saldı, aynı anda burnuma toprak kokusu sindi.
Bir acayip hal aldı başımı.
Yağmur ıslattıkça ben hafifliyordum. Bir an kendimi uçuyormuş gibi sandım. Yağmur, yere doğru bir güzelin gözünden akarcasına düşünce, ben de bir kelebeğin narinliğinde uçuyordum.
Bu anlattıklarım çok kısa bir ana denk gelmesine rağmen, bana upuzun yaşanmış bir serüven gibi geldi.
İşte tam o esnada güneş tepeme dikildi, bir ince edayla ışınları düştü başıma. Bir bilseniz az önceki o yağmur ıslaklığını bir anda nasıl kuruladı, benim gibi sizde şaşarsınız.
Hayatımda bu kadar kısa ve bu kadar uzun bir an yaşadığımı hiç mi hiç anımsamıyorum.
Sanki benim böyle bir an yaşamam gerektiğini biliyormuş gibi usta bir hava pervane oluyor etrafımda. Şimdi bunları anlatsam birilerine sen aşıksın diye takılırlar korkusu sardı beni.
Güneşle birlikte şimdi sokakta ve elektrik tellerinin altında canım bilmem kaç bin voltun garantisinde yürüyorum. Evet, şu direklerde emanet duran elektrik tellerinin garantisinde yürürken bile o mutlu anı yaşamak için bedenimi güneşin sıcak kollarına ve toprağın mis kokusuna seriyorum.
Bir deklanşörün anlık çakıntısı kadar bu anı elektrik direklerine asılı teller ile buluşturan bu günüm az önce yanımdan geçen yaşlı bir ananın sırtındaki torbaya takıldı.
Muhtemelen yükünde pancar var diye geçti içimden. Bir türlü gözlerimi alamıyorum, durdum uzun bir süre izledim ta ki bir sokağın ucundan kaybolana dek. İyice gözden kaybolan bu ananın sırtındaki yük hem günlük tüketimde hem de kışlık erzaklar içindeki yerini almak için gittiği yere belki de varmışken, bende eve ulaşmıştım.
Oturma odasındaki kanepeye sırt üstü uzandım. Mayıs yağmurunun verdiği pozitif enerji beni mayıştırmıştı, uyuya kalmışım.
Uyandığımda akşam olmuştu. Kalktım, balkona çıktım. Karanlıktı her taraf. Gözlerimi gökyüzüne çevirince yıldızların gülümsemeleri bana kadar geliyordu.
Biri, bir diğerine, ‘bak orda bir deli var’diyordu...
Diğeri, “yok canım.. o aşık” diyordu.
Sonra çatık kaşlı olan o en parlak yıldız, “bırakın yahu adamı... o aşıksa.. aşık.. deliyse delidir... kime ne...”
En sonunda bir tanesi oradan çıktı ve bağırdı “yahu siz ne kadar cahilsiniz. O gördüğünüz insan, şair be. Şair...’dedi.