Martı sohbetleri
martılar martılar geçiyor denizin üstünden
bense bir doğu eli yolcusuyum
beşiktaş feribotunda
kekliğin palazını bilirim bir
akarsuların balıklarını
kaşımın arasında çatışma izleri
mayınlara basmışım bir ayağım takoz
iki ellerimde el bombası kardaş meme değil
kurşun gelmiş döşümde durmuş
kuyusu kurumuş gözyaşlarımın
ama ağlamalıyım
kızlarımın namusu çalınmış harami beylerince
annem dün gece yine kabuslar içinde doğurdu
nedense bu feribotun sesleri bölerken denizi
aklıma geldi işte
doğu
yani güneşin doğduğu karanlık yer
boynunda şarapnellerden kolyeli gençlerin yeri
çocukları düşman belleyen yer
kitap arasında unutulmuş
kekre zehirlerin sıkıldığı o ağulu ölümler
tabutu omuz üstlerinde olmadı hiç
toprağı deşerken dişlerine rastlarsınız insanlarının
martılar geçiyor
ve ben denizin üstünde yüzen bir feribottayım
içimde yakılmış bir köyün isi
kalbimin duvarında yeşermiş incir ağaçları
göçer bir aşiretin çaresiz yaşamı
tamamlanmış yalnızlıktır ömrüm
üstüne çakılmış bombaların patladığı andır
Solin bebek gibi tek
Encü evi kadar kalabalık
yanmış ana yüreği
yakılmış gerilla bedeni
uzadıkça işkencelerde kolları
her yerden görünür parmakları
üstüme suyun serinliği vuruyor rüzgar gibi
Kürdistani bir özlemin faslıdır sanki
şarkıları kast etmiyorum
bölünmüşüz çünkü sınır sınır
toprağı öpmeye kalmıyor
içinde kemikler fışkırıyor
kalmaya dur düşünmeye
tren vagonları gibi zülüm geçiyor kaburga raylarında
çatlamış sabır oluyor sonra insan
doğu diyorsunuz ya utanın
çömeliyorum birden polis geçiyor oradan
anladınız mı şimdi
martı çığlığını denize koy verir
Kürt çığlığını yutmak zorunda ama
sonra fotoğrafını çekiyorum martı ile denizin
feribotta da dövülmek istiyorum çünkü
sen kim fotoğraf çekmek kim
gel doğuya
doğduğum yere
saçlarını okşamak için tüm rüzgarlar sıraya girer
yalanım varsa yakılan tarlalar dolusu buğday başakları çarpsın