Küçük ölümlere ve ölümlerini sırtlayanlara…
Doğrusu sanata, edebiyata ilgi duymayan insana şüpheyle bakmak gerekir!
Taş yürekli olur böyle insanlar.
Çünkü insanın yüreğini yumuşatıp sığınabileceği ve kendini bulabileceği içsel yaratıdır sanat.
Cibran’ın, Tolstoy’un, Stenback’in, Edgar’ın, Xani’nin sözcüklerini duymayan yüreklere hangi söz işleyebilir ki?
Hangi müzik yumuşatabilir bu katı yürekleri?
Da Vinci’nin esrarengiz yapıtlarını, Gioto’nun, Dali’nin ve daha nicelerinin tuhaf tablolarını izlemek insanı alıp götürmez mi gizemli hayallere?
Hele konu çölün ortasında çimenli bir yer olan şiir olunca başka olur insanın ruh hali.
Gülistan’da sihirli sözcüklerle dans eder insanın ruhu…
Şairlerin ölümsüz olmaları bundan dolayı değil midir?
Söyleyin şimdi, hangi yürek umutsuz gönüllerin dermanı Mevlana, aşkın ve tasavvufun babası Baba Tahir, şiir sihirbazı Hafiz, aklın derinliği Hayyam, Aragon, Ahmet Arif, Feqê Teyran, gibilerinin sihirli sözcükleriyle sarhoş olmaz?
Hangi gönül bu sarhoşluğa hayır diyebilir?
Ve belki de sanat için yaşamalı insan.
Ama ne var ki sanattın konusu küçük ruhların ölümü olunca işte o zaman zalimane oluverir tüm sanatlar.
Hançer olur her fırçanın darbesi, her şarkının notası…
Ve hiçbir dil ağıt yakmaz onların üzerine. Hiçbir şiir ya da şarkı dindirmez acılarını, hiçbir taş göstermez mezar yerlerini…
Yıkık, viran olur geçtikleri yollar, oynadıkları bahçeler…
Uğur’un hüzünlü bakışlarına ya da kocaman gözlü Ceylan’ın gözlerine hiç baktınız mı, bakabildiniz mi?
Ya memleketin bekası için yüz binlerce insanı katleden zihniyetin sağa, sola attığı, bıraktığı bombayla oynayan küçük Behzat’ın kara kaşlarına, gözlerine…?
Minik bedeni bir et parçası gibi çuvala sıkıştırılan Muharrem’e…?
Onların bakışlarını hangi sanatla, hangi şiirle dile getirebiliriz? Hangi dil, hangi sözcükler daha gün görmemiş bu küçük ölümleri anlatabilir? Sakın kanmayın başbakanların, yalancı bakanların ve Jitemcilerin timsah gözyaşlarına,
Cahit Sıtkı Tarancı’nın
‘Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
+++
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.’ Satırlarını okumalarına…!
+++
Çünkü şairleri öldürenler de bunlardır.
Patronlarının pisliklerini örtbas etmeyle haşir neşir Türk basının ahlarına, vahlarına da inanmayın sakın!
Çünkü onlarca yıldır savaşın çirkinliklerini boyayıp saklayanlar da bunlardır.
Şimdi sorsalar bana ‘cennet ne tarafa düşer diye?’
Derim ki; ‘cennetin ne tarafa düştüğünü bilmem ama Yecüc-Mecüc kavminin musallat olduğu cehennem aha buradır!’
Ve burasıdır küçük ölümlerin sosyal medyada romantizm konusu olduğu yer.
Ana-babaların çocuklarının cesetlerini asit koyularında, çöplüklerde aradığı memleket.
Anaların havan toplarıyla, savaş jetlerinin tonlarca bombalarıyla parçalanmış evlatlarının küçük parçalarını, el ve ayaklarını eteklerinde topladığı memleket.
Babaların evlatlarının küçük bedenlerini çuvala koyup sırtladığı yer.
Kurşun geçirmez zırhlı zulüm araçlarına minik elleriyle taş atan çocukların hapishanelere doldurulup tecavüz edildiği ve bunu haber yapanların dahi hapse atıldığı memleket.
Saymakla bitmez ki minik acılar!
Sizin ısrarla ‘doğu ve güney doğu’ dediğiniz; ama ısrarla ‘Kürdistan’ olan ve işgal edilip her şeyi yasaklanan bu topraklarda.
Ankara’da, İzmir’de; orada, burada hiç görmedikleri insanların hayatları üzerine ahkâm kesilenler!
Üniversitelerin sınav barajını dahi geçebilmek için milyarlarca para harcadığınız o geri zekâlı çocuklarınız şömine önünde keman dersleri alırken hiç düşündünüz mü çocuğunuzun cesedini bir torbaya koyup sırtlamak ya da parçalarını yerden toplamak nasıl bir histir?
Belki bu, Allah’ın kaderidir diye düşünülür; ama bu toprağın çocukları artık uyandılar ve kaderlerini yenmek için ayaklandılar. Sayıları binleri buldu ve giderek çoğalıyorlar.