Kebap İşler
Şu sıralar "kebap" söyleminin dumanı hala tütüyor. Başbakan, PKK tutsaklarının sürdürdüğü açlık grevinin bir yerinde servis edilen fotoğrafa kafayı takmıştı. Sabah, öğlen, akşam “bir draje” hesabı söylenip durdu. Yok, "Bunların kebap sefası…" yok "Bunlar gizli gizli götürüyor." falan…
Aslında o gün, şimdilerde ortaya atılan "Dokunulmazlıkların kaldırılması" mesajı verilmişti öfke patlamasıyla…
"Siz görürüsünüz" dercesine Kürtlerin bin bir eza-cefayla seçtikleri seçilmişlerine diklenmişlerdi.
Kürtler ne yapsa, ne etse faydası yok. Yaftası hazırdır: "Terörist"
Oğlunun/kızının cenazesine sahip çıksa, "terörist cenazesine" katılmış sayılır.
Ana dili olan Kürtçe ile okuyup yazmak istiyorum dese "terör örgütünün fikrini" savunmuş olur.
Konuşsa, hakkında soruşturma başlatılır.
Yürüse, illegaliteye yorulur.
Otursa suç.
Namaza dursa tazyikli su ile müdahale.
Yani ne yapsa ne etse cevap: polis, biber gazı, zırhlı araç…
Boyu küçük ya da büyük mezarlar ve tabutlar istemedikleri için, fezlekenin biri diğerine "Yer aç" diyor. Savcılar, hâkimler, avukatlar, milletvekilleri, bakanlar, gazeteciler…
Bir koşturmacadır gidiyor.
Dünya yıkılsa, birilerinin umurunda olmaz. Çünkü onlar BDPlileri takip etmenin derdinde.
Sanki bu BDPliler, Kürtlerin oğlu, kızı, yâri, anası, babası değilmiş gibi.
Ne başka gezegen, ne de başka dünyanın insanları onlar.
Sormak gerekiyor, bu BDPlilerin TBMM çatısı altında söylediği, önerdiği, talep ettiği hangi şey karşılık buldu?
Her söylediklerine, kaba güç uygulanmadı mı?
Şimdi dokunulmazlıklarını kaldırmak, bu parlamenterlere sanki önceden hiç “dokunulmadığını” mı gösterecek?
Neredeyse parlamentoya geldikleri her gün için bir fezleke hazırlamak hiç masum görünmüyor. Kusursuz bir şekilde “izleniliyor” ve bu yetmezmiş gibi bahane üstüne bahane yaratılarak, siyaset yapmalarının önü kapatılıyor her gün…
Şimdi, “El kaldır, el indir” parlamenterleri olmadıkları için, dosyalara boğulan bu vekillere dokunulmadığını kim söyleyebilir?
İktidarın, iktidarını savunmak zorunda değil ki kimse.
Kebap yemeleri bile bu kadar zorunuza gidiyorsa kusura bakmayın ama ya siz zorbasınız ya da deli politikalar güdüyorsunuz.
Deli ve kebap demişken anlatmalı o meseleyi de.
Birkaç kafadar, Zap suyunun kıyısında içmek üzere hazırlık yaparlar. Çarşı alışverişi sırasında şehrin delisiyle rastlaşırlar.
Sorar deli: “Nereye böyle?”
"Kebap yemeye."
“O da ne?”
"Kebap işte."
Israrla kebabın ne olduğunu bilmediğini iddia eden deliye, kebabın ne olduğunu izah etmek için kafadarlardan biri, başlar kebabın yapılışını ve lezzetini anlatmaya.
“Kasaba gider et alırsın, kıyma makinesine çekersin. Bu kıymaya doğranmış soğan, baharat vesaire katarsın. Bir güzel yoğurduktan sonra, demir bir lama şişine çekersiniz. Şişi, odun kömürünün harlı ateşinde pişirmeye bıraktığınız da kıymadan yağlar dökülmeye başlar ve kokular yayılır. Beş - on dakika şişleri ateşte çevirdikten sonra kıyma, kebap olarak pişer ve yemeye hazır hale gelir. Onun ismi doğal olarak “kebap” olur” der.
Ağzı sulanır bu anlatım karşısında ve “Eeee, ne zaman yiyeceğiz” diye sormaktan alamaz kendini şehrin delisi.
“Dur” der kafadar ve ekmek elindeymiş gibi anlatmaya başlar yeniden. “Şimdi somun ekmeğini ikiye bölüp, içini aldıktan sonra, şişteki kebabı ekmeğin arasına koyarsın, biraz doğranmış soğan, biraz biber, biraz domates, birkaç dal maydanoz da bırakırsın ekmeğin arasına.”
Sol elinde duruyormuş gibi anlattığı kebabın finaline doğru, sağ eliyle bir hareket yapar, iştahı kabaran deliyi çileden çıkarma şakasını sürdürür.
Kafadar, “ Bu da ikiye ayrılmış limonun parçası, alır avucuna şöyle sıkarsın üstüne kebabın…” der demez, deli, kafadarın bileğini ani bir refleksle kavrayıp
“Hoppp! Ben limon sevmem.” der.
Koskoca Kürt meselesini kebap muhabbetine dönüştürüp ve sonra da dokunulmazlıkları kaldıracağız demek hakkaniyete sığmaz, mertliğe yakışmaz, hukukun terazisine kuvvet vermez.
Zorla, zorbayla olmaz bu işler.
Unutulmamalı ki Kürtler ille de ille “limon sevmek” zorunda değiller ve kebap da yemeye hakları vardır.
Ve yine unutulmamalı ki o parlamenterler Kürtlerin çocukları. Onlara dokunulduğunda Kürtlere dokunulmuş olunacaktır.
Elle tutulur bir politik durum değil, dokunulmazlıkları bu noktadan ülkenin sofrasına getirmek. Milliyetçi bir tatla sofraya döşediğiniz bu malzeme, sofradakilerin boğazında kalır sonra. Unutulmaması gereken bir şey daha var:
O vekilleri oraya taşıyan halktır.
Halkları yenmek, dağıtmak, görevsiz kılmak hiçbir iktidarın, devletin ve başka hiç kimsenin yapabileceği bir iş değildir.