Heybemdeki masallar: Şengal’de yedi bilge
Bir zamanlar yedi genç özgürlük savaşçısı Şengal dağında silah saklamışlardı, geleceği görür gibi.
Ve efsaneler dağı Şengal bir efsaneyi daha bağrında sakladığından habersizdi.
Zaten kendine yakışanı da buydu. Yani kendi çocuklarına sonsuz özgürlüğü sunmasıydı.
Bir de çocukları tehlikeye düştüğünde onları kollarına alıp korumasıydı…
Ve derken dağ ülkesinin insanları kırımdan geçirildi modern zaman iblislerince.
Erkeklerin kafalarını kestiler, kadınlarını kaçırdılar. Çocuklar susuzluktan kırıldı. Anneler kendi kanlarıyla besledi bebeklerini.
Kadınlar iblislerin eline düşmemek için yüksek yarlardan attı kendini.
Kimisi de kızlarını öldürdü ve sonra da kendini hançerledi.
Sahipsiz kalan halkı koruyacak kimse kalmamıştı.
Herkes onları kendi kaderleriyle baş başa bırakıp gitmişti.
Ta ki daha önceden silahlarını o dağlara saklamış olan ‘sarı ayakkabılı yedi bilge’ yola koyulup gelene kadar.
Ve destan böyle başlamıştı.
Önce yüz binlerce insanı ateş çemberinden çıkarıp kurtardılar.
Çölün acımasız sıcağında susuzluktan küçük ağızları koruyan bebeklere su verdiler Kevser’den daha kutsal...
Heybelerindeki ekmekle kadınları, yaşlıları doyurdular, İsa’nın sofrasından daha bereketli…
Sonra da savaş bölgesinden kurtulan insanların eli silah tutan evlatlarını aldılar yanlarına.
Ve ‘Kaf Dağı’nın Simurg kuşları gibi biz de Şengal Dağı’nın kararlı özgürlük kartallarıyız’ dediler.
‘İmanla yürür irademiz. Direniştir kalemiz.
Yani her şeyden önce halkına, iradesine, geleceğine inanan ve geleceğini ancak kendi eliyle yaratacağına inanan özgürlük savaşçılarıyız’ dediler.
Bilirsiniz, yıllar önce de çöllerden, orta Asya’dan gelen barbarlar buralarda insanlara saldırmıştı.
Kürtlerin, Ezidî’lerin ekmek verdikleri komşuları, kirveleri ihanet etmişti yani.
O zamanlar da insanları kırımdan geçiriyor, her şeyi talan edip duruyorlardı.
Ta ki yüreği aşkla dolu Dewrêşê Evdî adındaki yiğit çıkıp gelene kadar.
Edule’nin aşkıyla yanıp tutuşan yüreğiyle Dewrêşê Evdî, dörtnalla sürmüştü düşmanın üzerine. Ve temizleyip atmıştı hepsini oradan.
Şimdi de yedi bilge, yedi Dewrêşê Evdî dolaşıyor efsaneler dağı Şengal’in bağrında.
Akranlarına el verip daha nice yiğitler yetiştirdikleri gibi yanlarına aldıkları o insanları da sıkı bir eğitimden geçirdiler.
İnsanlık onuruyla yıkadılar adeta.
Sonra oluk oluk aktı insanlar bu yedi bilgeye.
Sayıları binleri buldu şimdiden.
İşgal edilen topraklarına geri dönüyorlar şimdi.
Yedi bilgeden el alarak.
Ve kaderlerini yeni baştan yazıyorlar.
Üstelik özgürlük daha yakın.
Şimdi hangi güç bu yazgıya karşı çıkabilir?
Hangi güç efsaneler yalan diyebilir?
Kim diyebilir ki bu meselelerin aslı astarı olmadığını?
Ezidî’ler binlerce yıldır yedi kutsala inanıyorlar ve binlerce yıldır bu yedi bilgeyi bekliyordu belki.
Çıkıp geldiler işte. Yırtık sarı ayakkabılarıyla, özgürlük aşkıyla atan cesur yürekleriyle...
Hem yine bilirsiniz mistik yedi uyuyanlar meselesini.
Kürtlerin mistik dinleri olan Yezdanî’liğin, Mitra’nın ve Ezidî’liğin yedi kutsallarını da…
Bir de Felsefeyi başlatan yedi filozofları ya da yedi bilgeleri...
Barbarların hışmından kaçıp yıldızlara dönüşen, beyazlar içinde, gecenin karanlığında dans eden yedi melek gibi…
İşte, yedi bilgenin Ezidî halkının inancındaki yedi kutsala denk gelmesi tesadüf müydü acaba?
Belki de her gün üç defa yönlerini güneşe dönüp dua ettikleri Melek Tawus fısıldamıştı onlara! Kim bilir?
Belki de bir daha kirletilmişti insanlık onuru.
Ve sadece bu yedi bilge kurtarabilirdi o onuru.
Yüzünüzü çevirip gökyüzüne bakarsanız, gecenin karanlığında el ele vermiş, parlayan yedi yıldız görürsünüz.
Şengal’deki sarı ayakkabılı yedi bilgeyi yansıtan