İrfan Sarı

İrfan Sarı

Gever’den bir savaş geçti

Gever’den bir savaş geçti

Doksanlı yılları hatırlarım. Birebir yaşadım çünkü.

Sabahlara kadar süren taciz ateşlerinin altında bebeklerimizi uyutmaya çalışırdık. Ama o masum bebeler durmak bilmeyen ateşlerin altında, yorulup bitap düşene kadar ağlarlardı… Yani uyuyamazlardı, yorgunluğa yenilirlerdi.

Yüksek oranda can ve mal güvenliği boşluğu vardı. Kapıdan dışarı çıkmak ölüm nedeni olurdu.

Havan mermileri, o zaman her evin bahçesinde bolca olan kavak ağaçlarına çakılır ve ağaçlar yara aldıkları yerden ikiye ayrılır, düşerlerdi diplerine.

Gün açılınca, duvarlardaki patlama izleri, dallarından ve gövdelerinden devrilen ağaçlar, kurşun izleri ürkünç bir şekilde çıkardı ortaya.

Korku, o yıllarda müfredat konusuydu.

Devlet dersinde bu müfredata uymayanlar, beyaz torosların sürücüleri tarafından infaza uğrar, bir kuytuda ya da çöp başında cesede dönüşürdü.

Kimi de kayboldu gitti. Ne cesedi görüldü ne de kendinden bir daha haber alınabildi.

Ne tozlu raflarda bir dosyaları var şimdi ne de bir mezarlıkta kabirleri var.

Annelerin yüreğinde açık mezara dönüşen o oğulların ve kızların acısı o kadar taze duruyorken, yeniden başa dönüldü.

Ders zili yeniden ölüm ve yıkım için çaldı.

Kocaman şehirler bombalanarak toz buz edildi. Darmadağın edilmiş aileler ve onlarca ölümler ile bildiğimiz matem havasından çok daha beter durum var.

Çarşı dediğimiz işyerlerinden oluşan merkezlerde duvardan duvara geçişler ve geçilen yerlerde insanın tüylerini diken diken eden izler, artıklar.

Buldozer geçmiş gibi dükkanların içi.

Çelme atılmış hesabı devrilen pesteler, raflar.

Yanmış evlerin içinden çıkan dumanların bıraktığı ise bakınca insanın içi kararıyor. Belli ki keyfiyetten yakılmış evlerin isyanı dumanlardan kalan isler oluyor.

Gever’den bir savaş geçti

Öyle kolay yazılacak gibi değil hiç bir şey.

Gördüklerini anlatabilmek için insanın platinden yaratılmış olması gerekiyor.

Toprak damlı evlerden geriye boş sebze kasalarına benzer duvarlar kalmış.

Binalar, aldıkları bomba izlerini taşıyor. Bir devin gövdesine açılan kapanmaz yarayı andırıyor. Oturup ağlaması tutuyor insanın.

Hala yanık et kokusu duyabiliyor insan.

Yerle bir olmuş evlerin enkazındaki beton bile toprak gibi un ufak olmuş. Demir çubuklar seyrekte olsa kalmış.

Acınası bir durumdan söz etmiyorum, hayret verici bu yıkımın arkasındaki öfkenin, kinin, nefretin şiddete dönmüş haline dikkat çekmek istiyorum.

Öylesine çok büyük bir kin var ki; neresine bakarsanız bakın şehrin önünüze çıkıyor.

Ve savaşın sebebi ne olursa olsun; bu kadar çok hakaret, insan onurunu yerlerde süründürecek küfürlü yazılar kabul edilebilecek gibi değil.

Yazanı bile rencide edebilecek kadar aşağılık, rezil-rüsva ifadeler yazılmış duvarlara.

Biran kalbi olan hiçbir canlı bunları yazmaz diyorsunuz. Diyorsunuz ama gördükleriniz sizi yanıltıyor. Demek ki kalbi olanlarında insanlıktan çıktığı görülebiliyormuş.

Aç hayvanların insan etti yediği bir kent gever.

En beteri de: Evi barkı yakılmış, yıkılmış geverlilere yardım adı altında poz verdirilmeye çalışılması.

Hatta “yardım” diye kendini paralayan, objektiflerin karşısına geçen “yardımsever” haberleri.

Bu yıkım azmış gibi, bir de insanların onuruna dokunan o çılgın rakamlar ve emtialar. “battaniye, çocuk bezi, pirinç, makarna vesaire vesaire…”

Haber bültenlerinde boy boy fotoğraflar ve geverlilerin gururuyla oynanacak kadar anlamsız yardımlar.

Anlamsız diyorum çünkü yardımlaşma afişe edilmeden, kimsenin ruhu duymadan yapılandır.

Gelelim bu yıkımın ana özetine:

Hendekler, barikatlar, el yapımı bombalar…

Sebebi ne olursa olsun.

Bu kadar yıkım, bu kadar acı, bu kadar öfke, bu kadar çağdışılık olmamalıydı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İrfan Sarı Arşivi