Figan, feryat
Bir polis, birkaç asker, onca gerilla hayattan kopup giderse eksiliriz sadece.
Eksilirken kaba oluyoruz. Kabadayı oluyoruz, taarruza geçiyoruz.
Savunma pozisyonu alıyoruz.
Oysa durmadan ölüyoruz.
Ölümler düşünmemizin önünde barikat oluşturuyor.
Hınca hınç kin doluyoruz.
Duygu atmosferinde debeleniş öç iklimine koy veriyor hemen.
Zamana diyor insan zamana bırakalım, belki çare çıkar gelir.
Ama durmadan azalıyoruz birer birer… İkişer ikişer… Beşer beşer… Zaman bile kuytusunda çaresiz kalıyor. Beş, on, on beş, yirmi, yüzyıllar geçiyor.
Hem de hep en yaşanılası ömürden vuruyoruz kendimizi.
Koltuğumuzun altındaki değnek acıyor.
Kulağımızı sağır olsa, gözümüz görmezse diyorum şu ölüm haber-görüntüleri gelince…
Duymazsın kulaklarımız bir daha,
Varsın görmezsin gözlerimiz diyorum.
Doğayı bile küstürdük yaşama. Ormanları yakarak, suları çevirerek, tükürerek toprağa, kusarak kusmuğumuzu…
Ekşidi beter ekşidi tadımız tuzumuz.
Çürüttük umutlarımızı.
Tilkinin uzanamayıp ekşi dediği üzüm gibi ekşidir barış sözcüğü hatta kekre bir tadı var tam tamına.
Çocuklar ellerinde taş, sıkılı yumrukla büyüyor durmadan, gözlerinin içine durmadan panzer yürüyor, durmadan kalaşnikov sessizliği düşüyor beyinlerinin iklimine…
Bir köşede, ansızın, birden bire patlıyor bombalar… Mayınlar…
Kol bir yana, gövde bir yana, baş bir yana…
Hele çocukların kopan parmakları…
Gençlerin gövdesinden koparılan başları bir başka okluyor yüreğini insanlığın…
Susmuşuz…
Konuşursak kıyamet gibi uçar uçaklar üstümüzden, yürür tanklar filler gibi. Eziliriz çimenler hesabı.
Konuşmazsak ölüyoruz, eksiliyoruz.
Yakılıyor derimiz-etimiz, gaz dolduruluyor soluğumuza, üstümüze serpiştirilen şu kimyasal insafsızı… Kimyası bozuk ilaçlar…
Sakat bırakıyoruz kendimizi, yağmalıyoruz kaç zenginliğimiz varsa.
Uçan kuşa kem gözle bakar olmuşuz. Gölgemize kurşun sıkıyoruz artık. Aynamızı çatlatıyoruz, camımızı penceremizi tuz buz ediyoruz.
Ölürken-öldürürken…
Yetim kalıyoruz. Annemizin yüreğini söküyoruz doğum sancıları gibi, babalarımızın sakallarını ağartıyoruz…
Dul öykülerimiz çoğalıyor.
Eksiliyoruz durmadan… Durmadan alnımızın çatısına çakılan mermilere yeniliyoruz. Kafatasımızdan içeri saplanıyor kurşunlar…
Oysa o kafatası mekanı bilgi yurdudur. Aydınlık saçacak ışık yurdudur.
Söndürüyoruz ışığımızı.
Kabiliyetimiz kavgamızda yok oluyor.
Durun durun artık…