Ey Reqîp Eşliğinde
"Ey raqîp her maye qewmê kurd ziman
nashikê û danayê bi topên zeman
kes nebê kurdin mirin
kurd jîn dibin,
jîn dibe qet nakeve ala kurdan"
Bir gün bir tiyatro salonunda birkaç Kürt çocuğunun ağzından Kürdistan ulusal marşı “Ey Reqip” eşliğinde saygı duruşunda bulunmakta varmış.
Neredeyse bir asır boyunca gerektiğinde resmi ve gerektiğinde de adı gayri resmi olarak belirlenen koşullarda “İstiklal Marşı” okutulan birinin böyle bir sahne karşısında nasıl haller içinde olabileceğini kestirmek zordur zannımca.
Güney Kürdistan’a yaptığımız bir gezide, benim ve birçok arkadaşımın başına böylesi bir ilk geldi.
Yıllar yılı inkar edilmiş bir halk ve o halkın çocuklarına zorbalık yapıp kendi aidiyet duygularını aşılamaya çalışan mantalitenin potin seslerinden çekilen ezadan, azda olsa kurtulup böylesi bir sahneye şahit olmak inanılmaz…
Hani bir tabir vardır ya! “Tüylerim diken diken oldu”
Bir an kendimi, üç gün önce yanından geçtiğim Dicle nehrine benzettim. Durgun, dolu, sürekli…
Beynimin içinden tadına varamadığım ve bana ait olan keşifler yaşadım. Bin ton toprağın altına saklanmış gibi duran duygularım birden devinip eylem haline geçtiler. Bir tiyatro salonunun (Saad Abdullah Holl) yüksek tavanına değdi başım bir burgu olup ayaklarımın altındaki malzemeyi deldim…
Kürt çocukları karşımda ve bir sahnede Ulusal Marşlarını yek ahenk seslendiriyordu benim beynimde mutluluğun, gururun en safi ve en rengi halleri…
Dokunsalar ağlayacaktım adeta.
O görkemli tiyatro sahnesinde seslendirilen marş Mahabad ve Qazî Mıhemmed’ten bu yana soluk soluk okunmak istenmesine rağmen, okunamadı.
Dünyanın gözleri önünde keskin bir yasağa uğradı. Ki hala da uğramakta…
Ama namusuna kadar şerefli bir direnişin bütün zamanlarında yenilen ekmek içilen su gibi güç kaynağı oldu.
***
Kürt çocukları sahnedeydi ve dudaklarının arasından mikrofona oradan da hoparlörlere dalga dalga yayılıyordu Ey Reqip!
Kimi benim gibi o kısa okuma süresinde tarihin sayfalarını defter gibi bir bir geriye çevirip çektiği acıları yeniden gördü…
Kimisi şaşkınlık içinde dinledi, sustu, renk vermedi…
Kimisi içinde taşan nehrin ılık sularını gözlerine yolladı…
Kimi devrilen o eski korku duvarının enkazında kaldı…
Kimi ise ne benim ne de başkasının anlayacağı duyguların şahlanışında idi…
Ama bir yol vardı oda gelip “Ey Reqip” etrafında dolandı. Kürdistan coğrafyasında bunun oluyor olması kadar normal bir durum olamaz ama bu normallik karşısında dahi yabancı yabancı yorumlar ve korkular içine girmekte öyle tesadüf eseri değildir.
Keza kan içirilmiş Kürdistan ve ciğeri parça parça edilmiş Kürdistanlıların karşısında hep samimiyetsizlik içinde bir güç birliği vardı. Kaçak vurdular Kürtlere, kaçak oynadılar onlarla.
İşte bu yüzden baharda açan ilk Berfin çiçeği kadar normal olan “Ey Rekip” bize normal dışı duygular sundu…
Ama ne olursa olsun “Ey Reqip” dinlemek, yaşamaya inanmaktı.
Bu anlamda Ortadoğu’daki kanlı savaş oyunlarına zeytin dalı uzatan Kürtler inandıkları sevgiyi inşaya devam etmeliler.