Ekolojik tahribat ve denge
İlimiz, dolayısıyla ilçelerinde başlayan ve yüzyılımızın en fazla tahribata uğrayan ana arteri doğadır.
Tüketim alışkanlıklarımıza paralel gelişen bu tahribat yaşam alanlarımızın içine çok hızlı girdi.
Doğal su rezervlerini zehirlemekle başlayan kötü alışkanlığımızın başımıza açacağı belalardan habersiziz sanki.
Toprakla olan üretim becerilerimizi yitirdiğimizi de söylemeliyiz. Çünkü barınma sorunlarımızla elimizdeki verimli topraklara beton yığınları dikmeye başladık. Bu konu da yerel aktarıcıların başında gelen belediye dairesi, savaşında getirdiği olumsuzlukla gereken sorumluluklarını hayata geçiremedi.
Doğal olarak, öyle bir savurganlık öyle bir tahribat başladı ki bu gün önüne geçmek için fırsat yok kimsenin elinde. Kentsel dönüşüm gibi hayati projelerle ilgili neredeyse hiçbir görüş ya da belirti bulunmaktadır. Kentsel dönüşüm için bütçe hacmi yetersiz ancak ülke ve ülkeler arası kaynak arayışlarından da söz edemiyoruz bu gün için.
Yaşam kavgası bir doğrudur biz insanlar için. Ama bu doğru bize yanlış karar ve tutumları savunma hakkını vermez.
İç içe yaşamak zorunda kaldığımız doğada bize düşen saygıdır.
Çevre felaketlerine neden olabilecek kadar fütursuz kullandığımız doğa bir gün illaki sabırlı bekleyişinden vazgeçecektir. İşte o gün gelip çatmadan kendi yaşamımız, çocuklarımızın geleceği, dünyamız için gayret etme vaktidir. Tolerans şansımız kalmadı.
Kendi yerleşim birimizden yola çıkarsak aslında felaketin boyutları karşımıza çıkar.
Yol kıyılarına, yamaçlara, tepe koridorlarına savurduğumuz, kömür külleri ve çöpler hem çirkin hem kindar bir şekilde duruyorlar.
Doğal su rezervlerimizi acımasızca, lağım, atık su, çöp vesaire kullanımıyla kirletmediğimizi kimse iddia edemez herhalde. Kimi fosseptik çukurları kazarak çare ararken kimi doğrudan kentin içinden geçen dereye bağlamış lağım kanalını.
Tuzu kuru olanlar da dereye direk lağım akıtanlar.
Fosseptikler ile toprağın damarlarına zehir kattığımızı da kimse inkara kalkamaz.
Diğer bir doğa felaketi ise; bilinçsiz pancar toplamadır. Evvelden ihtiyaç sahiplerinin doğadan rastgele topladığı bu bitkiler şimdilerde para kazanma metoduna dönüştürüldüğünden çok vahşi bir bitki soykırımıyla karşı karşıya bırakmıştır.
Köklerinden sökülen bu bitkilerin yerine nasıl ve ne şekilde yenisi ekilir konusunda bilgi sahibi değiliz.
Ayrıca orman ağaçları ile meyve ağaçlarının dikilmesi konusunda da çok duyarsız olduğumuzu rahatlıkla söylemek mümkündür.
Ve en önemlisi doğaya çıktığımızda, kendi evlerinde yaşayan canlıları evlerinden ettiğimiz gibi pek çoğumuz o canlıları öldürmekten de geri durmaz.
Öldürülenlerin başın da, eti yenilebilinir olduğuna inanılan keklik, dağ keçisi, kaz, bıldırcın tarzı kanatlı ve toynaklı hayvanlardır.
Ancak soyunu kuruturcasına düşman olduğumuz hayvanlardan yılan en çok şansız ve en çok katledilen canlıların başında geliyor. Ayakucumuza bakmadan yürümelerimiz esnasında, adımlarımızın altında kalan börtü-böcek, karınca türleri de bu ekolojik yaşama dair yaptığımız tahribatlar arasındadır.
Hele akarsu kaynaklarında avlanılan balıklar kırmızı alarm durumundadır.
Eline, ağını, oltasını, dinamitini, jeneratörünü alan bir dere başına, akarsu yatağına gider ve bilinçsiz avlanmaya başlar, işin içinde para kazanmak olduğu için bu avlanma vicdansız bir hal almaya başlar.
Medikal çöplerin, hastane çöplerinin, küçük sanayi atıkları, evsel atıklar, işyeri çöpleri bir birine karışık ve olağan üstü bir bilinçsizlikle ortaya savrulur ki; esas tahribat buradan başar, evcil ve kümes hayvanları pek çok yerde bu çöplerden beslenir bu da bilemediğimiz bir açık felaketin adresi olur bize. Yumurta, süt ve etinden beslendiğimiz bu hayvanlar o çöplerden istifade ederken hem kendilerini hem bizleri zehirlemeye başlarlar.
Yere sümkürmek, toprağa tükürmek, izmaritimizi ortalığa savurmak, elimizdeki herhangi bir çöpü ulu orta koy vermek ise başka alışkanlıklarımız ve bu çok çirkin alışkanlıklarımız bir gün başımıza felaket olabilir.
Bu konuda aile ve eğitim kurumları çocuk yaşta bilinçlendirmeye başlamalı. Sivil toplum örgütleri ile diğer kamu kurum ve kuruluşları da üniversitelerden ve ya bu konuda ihtisas veren merkezlerden destek alarak ekolojik tahribatın önüne geçip bir kültür edindirmeliler.
Belediye kurumu sulanabilinir ve ekilebilinir alanları imar merkezinden çıkarıp daha fazla doğa katliamına ortak olmaktan vazgeçmelidir. Aynı zamanda kentsel dönüşüp projelerine önem vermeli biran önce adım atmalıdır.
Dilimli barajının bitmesiyle birlikte Gever içinden geçen derenin ıslahı baraj gövdesinden Şakitan köprüsüne kadar istinat duvarları ile çevrelenip derenin suyunun akışı sağlanmalıdır. Bu konuda ihtisas etmiş çevrecilerin desteği istenmelidir. Ki devlet su işleri kurumu, orman ve su işleri bakanlığı, tarım ve köy işleri bakanlığı harekete geçirilmelidir.
Ve olmazsa olmaz.
Altyapı projesi için gerekirse eylem programları belirlenmelidir.
Nehil sazlığı doğal görünümüne kavuşturulmalıdır.