Diyarbakır Evleri mi kafes-kondu mu?
Yaklaşık altı yıl kadar önceydi.
Suriçinin yasaklı mahalleleri için 2016 yazına kadar Başbakanlık yapmış ve yine 2016 Mart başında Suriçi’nin Ulucami meydanında taammüden cinayete kurban gitmiş şehir için, “Toledo” vaadinde bulunmuştu dönemin başbakanı!
Ve hemen 2017 itibariyle de Suriçi’nin yasaklı altı mahallesinde bir “Ankara projesi” olarak yıkıp yeniden yapma merasimi başlamıştı. Radyoda Sur Kaymakamı ve Sur Belediyesi kayyumu konuşuyordu.
Diyordu ki “Suriçi’nin sokakları çok dar, yangın çıktığında itfaiye aracı, sağlık sorunu yaşandığında ambulans giremiyordu. Hizmet götürülemiyordu. Şimdi bütün bunlar aşılacak. Artık geniş bulvarlar caddeler olacak...”
Hafızayı silmek
Belli ki buna resmiyet anlamında ciddi bir inandırılmışlık da var üst düzey bürokrasisinde. Eee bunun üzerine böylesine mekânsal manzumelere güvenlik eksenli “potansiyel suç alanları” önyargısallığı ile müdahalede zorlanma mevzuu da işin içine girince; insanını ve insana ait mekânları silip süpürmek kolaylaşıyor!
Geriye kalan, artık geçmişten gelen hafızayı önce flulaştırnak, sonra silmek. Daha sonra da “unutun, unutun ki yerine yeni şeyler ikame etmek kolaylaşsın” dayatması!
İşte! Bugün kadim Diyarbekir’in suriçinde toplumsal dönüşüm ya da yeniden “Diyarbakır Evleri” adı altında dizayn edilen yapılar tam da bu verili duruma delalet ediyor.
Mesela, en basitinden bu işi projelendirenler bilmez miydi ki; kadim Roma’dan bu yana en az 2 bin yıldır kentin organik yapısı dar sokaklar, bazalt taş evler üzerine konumlanmıştır.
Kentin çeri-çöpü o dar sokaklardan belediyenin kadrolu çöpçü eşeklerine taşıtılarak toplanmamış mıydı? Yangın çıktığında bir şekilde binlerce yıldır söndürülmüş. Sağlık sorunu yaşandığında da hasta, bir şekilde sağlık kurumuna ulaştırılmıştı.
Diyarbakır Evleri
Mantık başkaydı. Politik olarak yola getirilemeyen tebaa, hendek-barikat-sokağa çıkma yasaklı hâl üzerinden “ehlileştirilecekti”. Emir büyük yerden gelmişti ve uygulanacaktı.
Eski Suriçi’nin bazalt taş evlerinin konumlandığı sokaklar ve mahallelerde bir dayanışma kültürü vardı. Çocuk sesleri, yemek kokuları, kapı önü-sokak yarenlikleri insanı insana dokunduran bir ilişkilenme üzerinden yürürdü.
Yeni dönemde sosyal medya dünyası üzerinden avuç içi ayasına sığan bir ekranın ardına insanı nasıl mahpus ediyorlarsa muktedirler. Tasarladıkları kibrit kutusu ebadında ve mimarisiyle, rengiyle tek tip evlerde de komşuluk, hemşehrilik ilişlilerini sıfırlıyorlar artık.
Diyarbakır Suriçi’nde adına ısrarla “Diyarbakır Evleri” denilen ama Diyarbakır’ın sivil kent mimarisi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan “kafes-kondu” evleri dayatmak, işte tam da bu muktedir baskıcı anlayışın dışavurumudur.
Yoksa kendilerine, mesela Şehircilik Bakanlığı'na, yine kendileriyle rahatça iletişim kurabilen kimi eski politik aktörler aracılığıyla ulaşıldı. Anlatıldı, “Diyarbakır Evleri bu değil! yanlış yapılıyor.
Bari yeniden yapılırken eski bazalt taş mimariyi dikkate alın. Taş ustaları rahatlıkla şimdinin teknolojisi ile kolaylıkla yapar” dendi. Ama dikkate dahi alınmadı. Tümüyle TOKİ etiketli müteahhit projeleri olarak tasarlandı. E zaten eskinin muktedir vekilleri şimdinin müteahhitleri hazırdı işleri alıp paylaşmaya. Bir sürü şirketlere kayyım olarak atanmış türedi müteahhitleri de vardı zaten! Kent halkı hepsini biliyor.
"Evimi gasp ettiler"
Suriçi’nin kadim mekânları yerle bir edilirken, yeniden yapılan mekânlar tümüyle kentsel rant odakları haline dönüştü / dönüşüyor.
Bu yeni mekânlar bir şekilde kentsel rantiyenin paydaşlarınca üleşilecek / bölüşülecek. Kentin geçmiş hafızasıyla hikâyesinin neler kaybettiği değil! Neler kazandığı, kazanacağı anlatılacak. Ve bu yeni düzene uygun yeni bir kuşak belki eskinin hafıza kültürünün de hiç farkında olmayacak.
Geçen günlerde o yasaklı altı mahallenin eski sakinleri muhatap bile alınmadan Diyarbakır Evleri yerine yapılmış 52 iş mekânı yeni ve “hatırlı-paralı” sahiplerine ihale edildi.
Eski sahiplerinin ahını bedduasını alarak tabii ki! Onlardan biri dedi ki; “beni o büyük para sahipleriyle karşı karşıya getirmek istiyorlar. Ben ne yapabilirim ki; onların parası var, gücü kudreti var. Benimse hiçbir şeyim yok. Sadece ben biliyorum hak sahibi olduğumu, onu da gasp etmişler. Ne yapabilirim ki, Allah koymasın...”