%49 buçuk
Böyle garip bir başlık oldu işte.
Bu %49 buçuklardan biriyle konuşuyoruz.
Daha birkaç gün öncesiydi.
Bahar günlerine taş çıkartacak bir güneş berrak bir hava var. Mis gibi çaylarımızı yudumluyoruz.
Tam o sırada sosyal medyada yine Sur.
Kıyamet kopuyor.
İdil’de havadan müdahale etmiş şanlı ordu personeli.
“Yok” diyor orta Asya’dan kalma Türkçesiyle %49 buçuk.
“Onlar PKK’nın helikopterleridir.”
Emin misin diyorum?
Cevap veriyor “Bilmem mi be ya”
“Bunlar hepsi Ermeni, yabancı”
Yabancı dediklerin kimler?
“Onlar işte”
Hımmmm çekiyorum.
Garip bir şekilde eski “faili meçhul” cinayetlerin başbakanı Tansu Çiller aklıma geldi birden.
Dünya Türkiye kadar tarihe mal olmuş taksitli siyasetçi görmemiştir. Taksitleri bittikten sonra, senet kağıtları gibi yırtılıp atılıyor. Kötülükleriyle anılıp giderler. Ve yargılanmazlar yaptıklarıyla.
Birden bire “Tünel kazmışlar yer altında” diyor %49 buçuk.
Marmara’ya döşenen tünelimi diyorsun?
“Yok, be ya! Kandil’den senin memleketine kadar yer altından geliyorlar.”
Ohaa! Diyecektim neredeyse hayatımda ilk defa.
Benim memleketim neresi diyorum?
“Nusaybin yok mu?”
Ha! Evet.
Bu hükümetin zamanında Roboski’de kaçağa giden çoğu çocuk 34 insan uçaklarla bombalandı. Kürt kaçakçıların katırları mahkemece itlaf edilmesine karar verildi demeye kalmadı birden parladı %49 buçuk.
“Bizim ordumuz dünyanın en vicdanlı ordusu” diye cevaplıyor. “O çocuk dediklerinin hepsi tespit edilmiş PKK’lı terörist olduğundan vurmuşlar.”
Hızını alamayıp ekliyor; “Murat Karayılan da son anda kaçıyor”
Velhasıl %49 buçuk, olup bitenlere başbakanın ve cumhurbaşkanının anlattıklarına taş çıkaracak şekilde yorum yaparak devam etti.
Bazen sokak aralarında katledilen çocukların adını vererek örnekledimse de, o kendi bildiğini okudu. O sokaklarda vurulan çocukların “teröristler” tarafından vurulduğuna çoktan inandırmıştı kendini.
Yaşlı başlı %49 buçuk; o kadar inanmıştı ki senaryoya adeta kendini film sahnesindeki aktör gibi his ediyordu. Araya girdiğinde tekrar başa dönüp çekime yeniden başlamış gibi oluyordu.
Saymadım ama birkaç çay içti.
Durmadan filtresinin kokusu yayılana kadar sigara nefesliyordu.
Bir yatak fabrikasının servis şoförlüğünden emekliymiş.
Çocukları ile konuşmuyormuş.
Karısı terk etmiş.
Dediğine göre Allahtan korkan, haram yemeyen, beş vakit namaz ve niyazındaymış.
Ama içki kokuyordu. Hem de saat 11 gibi.
Bir ara cami hoparlöründen ezan sesi yükseldi.
Kıpırdamadı yerinden.
Yemek yedik.
Sohbet felaket şekilde sürüyordu.
AKP propagandası bir yana reis-i cumhurun kılı kılına tapanıydı.
“Bu hükümet açın halinden anlayan, yoksulun yanında olan ve dünyanın en büyük hükümetiymiş %49 buçuğa göre”
AYM tarafından Can Dündar ile Erdem Gülün serbest bırakıldığını ondan öğrendim. “İkisi de idam edilmesi lazım komünist gazetecilermiş.”
Neden dedim?
Cevap vermedi…
Sonra kalkıp gitti.
Arkasından baktım, kendini kaptırdığı iktidarın bıraktığı yük altında yürüyemez haldeydi. Öyle sefalet kokuyordu ki acıdım.
Ankara sokakları daha yeni patlamış bir bombanın eskisinden kalma yanık insan etini hatırlattı bana. Ağladım.
Cizre’den dumanlar tütüyordu…
Sur’dan barut saçılıyordu…
Ve Gever psikolojik harp dairesinin tahribatına kapılmıştı…
%49 buçuk’un göremeyeceği kadar derin ve vicdansız bir savaş içinde olduğumuzu anlatmak kadar kutsal bir görevimiz var ama.
Vicdanlıların böyle tarihi süreçte savaşı anlatıp savaşı durduracak bir görevi var.
Kanlı savaşı, kirli savaşı durdurma gibi bir görev.
Çünkü az önce arkasını dönüp giden %49’buçuk aslında bir ölüydü. O ölüye dönmemek için vazife almalı her vicdanlı.