Son köprü: HDP
Kürtlerin işgal atlında bulunduğu her parçada hükümranlar binyıllık kardeşlikten, dini bütünlükten, ümmetçilikten bahsededururlar.
İran’da Kürtlerin zaten İran aşiretleri (Kürt olmayan) olduğu, Kürtçe diye bir dilin de olmadığı ya da, Farsçanın bir lehçesi olduğu resmi savı vardır. Orada bir kardeşin (Farsların) her şeyi varken diğer kardeş için, (Kürtler) için en ufak bir hak yoktur.
İran’da ağırlıklı olarak Kürtlerin yaşadığı 6 eyaletten en az 3’ünde Mehabad ruhu canlanmaya başlıyor. Yani, İran’daki Kürtler, zamanın ruhunun orada zuhur etmesini bekliyor. Ve O, ruhun da Rojava ve Kuzey’in biraz daha sağlam temeller üzerine oturmasından hemen sonra zuhur edeceğini biliyorlar gibi.
Irak’ta, başta Êzidî Kürtler olmak üzere, Kürtlerin Arap aşiretleri olduğu, Kürtçenin de Arapçanın bir lehçesi olduğu resmi savı vardı. Bu, Arap sayılan aşiretlere (Kürtlere) ölümden başka her şey yasaktı.
Gerçi, Türk askerinin hemen her vilayetin stratejik noktalarında konuşlanmış durumda olduğu Güney, kısmen özgürleşebilmiştir. Fakat gittikçe Türkiye’nin uyruğu olma yolunda ilerliyor. Orada, gün geçtikçe iş hacmi Türk istihbaratının kontrolüne girmekte, eğitim ise her gün biraz daha, hemen her yerde bir okul açmış olan Gülen cemaatinin gölgesine girmektedir.
Yani, oran’ın valilerini, kaymakamlarını, bürokratlarını, yöneticilerini cemaatin seçkin okulları yetiştiriyor. Ama yine de, bu gibi olumsuzluklara rağmen, Güney’in şu aralar yarı resmi olan statüsü ileride tam resmi bir şekle bürünecek gibi.
Hatırlanacağı gibi Güney henüz işin başındayken Türkiye bin takla atıp yere-göğe ‘Kırmızı Çizgiler’ çiziyordu. Fakat şimdilerde ise patronluk yapmaya çalıştığı koca Ortadoğu’da sığınabildiği yegâne ahbap Güney yerel hükümetidir.
Ermenistan’da Êzidi Kürtlerin çoğunluğu Kürlerden koparılmış durumdadır. Diğerleri ise, (özellikle 200 binden fazla Kızıl Kürdistan Kürtleri) sürgün edilmiştir. Geriye kalanların yasal hakları yoktur.
Suriye’de de durum hakeza öyleydi. Orada Kürtler zaten vatandaş sayılmıyordu. Onlar, nereden geldikleri belli olmayan! kimliksiz göçmenlerdi.
Şimdi, malumunuz olduğu üzere Suriye’de çatır çatır Kürt devleti kuruluyor. Tarihsel olarak Kürtlere ait olan her karış toprak geri alınıyor. Ve görünüşe göre de Türkiye, değil birkaç tavizle, binlerce taviz verse, bin takla atsa bile bu gidişata engel olamayacaktır.
Kısacası, orada da yalan üzerine kurulu ‘bin yıllık kardeşlik, beraberlik, dindaşlık’ safsataları berhava oldu, oluyor.
Türkiye’de ise bilindiği üzere, önce ‘Kürt’, hiç yoktu. Karda yürünürken ayaklardan gelen kart-kurt seslerinden dolayı Kürt olarak adlandırılan ‘Dağ Türkleri’ vardı. Diğer bir uydurma rivayete göre de Kürtler, Oğuz boyunun Kınık bilmem nesinden, neresinden gelen Türkler idi.
Kısa bir zaman önce (on binlerce insanın ölümüne sebep olan 90 yıllık ayaklanmalardan sonra) bu ‘Dağ Türkleri’ söylemi yerini ‘Kürt kökenli Türk vatandaşı’na bıraktı. Fakat o da tutmadı.
Şimdilerde, ne hikmetse, Kürt var ama Kürdün hakları yok. Ha bu arada sistemin gözünde var olabilmek için de Kürtlerin ‘iyi Kürt olmak’ gibi, bazı kıstasları yerine getirmesi gerekmektedir.
Yani, iyi ve kötü Kürt var. İyisi; Kürtlük adına hiçbir şey istemeyen, Kürtlüğün ‘K’sinden bahsetmeyen; iktidarın, devletin ajanı, kölesi olmayı, entegreyi sorgusuz, sualsiz kabul eden Kürt’tür.
Diğeri ise, yani kötü olan Kürt; her şeyin sahibi ve hükümdar olan, kardeşten anadilini ya da insani temelde asgari haklarını talep eden Kürt’tür. Bunlar pistir, ter kokarlar. Teröristtir, hayindir, dış mihrakların piyonudur, Ermeni dölüdür, Zerdüştüdür. Vs, vs…
Ama öte yandan ‘binyıllık kardeşlik, dindaşlık, ümmet kardeşliği, et tırnak ayrılmazlığı’ naraları yere göğe sığmaz taşar haldedir. Ve gerek Türklerde gerek Kürtlerde bu gibi safsatalara hala inanan bir kesim bulunmaktadır.
Oysaki Kürtler ile Türkleri manevi olarak bağlayan pek bir şeyler kalmamıştır. Türkiye, Kürtlerin beyninde ve yüreğinde bitmiştir. Ama devlet baskısıyla, karakoluyla, polisiyle vardır. Yani, bu iki milleti bağlayan yegâne şey devletin ‘zor’undan başka bir şey olmayan Türk despot devletinin Kürtler üzerindeki gayrı meşru hükümranlığıdır.
Fakat bu durum da artık değişmektedir. Başka bir deyişle; Türkiye, Kürt şehirlerinde şimdiye kadar belki idari yapısıyla, eğitim, sağlık gibi kurumlarıyla da vardı. Ama bundan sonra o da gittikçe azalacaktır.
Dikkat edilirse, devlet önce öğretmenlerini geri çekti. Zamanla kamu hizmeti veren tüm sivil memurlarını da çekecektir.
Şimdi, bu durumun sürmesini sağlayan şey nedir acaba? Yani, Kürt-Türk birliği adı altında Kürtlerin tüm haklarının gasp halinin devamının esrarı nedir? Bu ilişkiyi sürdüren son köprüler nedir? Kürt siyasetinin çıkmazı mı, diplomasiyi bilmemesi mi, haklarını, neyi ne zaman nasıl isteyeceğini ya da alacağını bilmemesi mi, yoksa Türk devletinin kendisi midir?
Kürtler ile Türkler arasındaki köprü ne çimento görevi yapan din kardeşliği, (ümmetçilik) ne halkların kardeşliği ne de başka bir şeydir. Son köprü olsa olsa bugün HDP olarak güncellenen Kürt Hareketinin sivil kanadıdır. HDP olarak Kürt Sivil Siyaseti belki çaresiz, öngörüsüz bir şekilde çıkmazdadır. Ya da devlet her ne kadar bu partiyi allasa pullasa da son köprü HDP’dir.
HDP, bir yandan diplomasi alanındaki zayıflığı, dünya kamuoyunu harekete geçirme konusundaki yetersizliği ve kafa karışıklığıyla Kürt sorunu önünde engeldir. Diğer taraftan sivil zeminde talepleri dillendirerek bu sorunun çözümünü kolaylaştıracak; bu sorunu dünya kamuoyunda meşrulaştıracak (her iki halk için) yegâne meşru kurumdur. Bu vesileyle, son köprü olduğu gibi kilit konumdadır.
Yeni kuşak Kürtler HDP’yi eksik bulup kabul etmeyecektir. HDP’den sonra Türkiye’yi Kürtler nezdinde muhatap alacak meşru bir kurum olmayabilir. Türkiye de artık HDP gibi entegre olmuş ve muhatap alacağı ılımlı bir oluşum bulamayacaktır.
Hem Kürdün tüm hakları gasp edilmiş haldeyken, canı yanarken ‘Bin yıllık kardeşlik, ümmetçilik, Türkiyelileşme’ kimin umurunda?