İrfan Sarı

İrfan Sarı

Sarışındı ölüm

Sarışındı ölüm

Yine melemene talip bir akşamda tasa bandırıyoruz somun ekmeğini. Hani acıda olmuş!... boğazımda kalacak sanıyorum çünkü o kadar hızlı ve kaba lokmalar götürüyorum. Şu benim telefonu bilirsiniz meret saniye durmaz. O zımbırtıdan çıkan ses ise garip. Fakat bu son çalma daha da garipti. Lokma, somun ve melemen boğazımda telaşa geldi. Su göndersem ardında sel olur korkarım.

Dışarısı karanlık… Dışarısı it…

“Kara haber tez duyulur” bilirsiniz. Ama yinede farların aydınlattığı yerden bir uğursuzluk defolur bu dağlarda dedim kendi kendime. Onu adak ederiz bir insan ölmez o zaman. İnsanın ölmesi o kadar ağrıma gidiyordu ki sormayın. Ölümü duyduğumda Azrail’e inat taş oluyorum. Belki baltasını taşa vururdu.

Fakat bu sefer de yapacağını yaptı ve yolun ortasına kurduğu pusuyla bir canımızı daha aldı. Ölümü duymamak için çıktığımız yolda biz daha tepkinli gidiyoruz çünkü bu yollar kaç adam boyunda adam öldürmüştür bir ben bilirim birde haldaşlarım. Çünkü buraları vuran asıl bizim ayağımızdaki nasırdır. Çıkmaz bitmez bir nasır. Yolun üstüne serpilen ölüm damlaları ayağımızdaki nasırın ağrısı ve Azrail sizi vurasım gelir.

“ölürüm ölürüm kardeş…
Öfkem kındadır”

Türkiye’nin en yüksek yerleşim birimiydi Başkale. Şimdi yüksek acılı bir ölümün ev sahipliğini yapıyordu. Aslında burada ölüm hep acı verirdi ya, bunu bilmeyenimiz yok. Hani diri diri yakılan katırların kişnemeleri kadar acı olur desem… Bilmeyenler de anlar o zaman.

Anlar ki! Bu topraklarda acının türlüsüne şahit olsun. Anlar ki! Yollara düşen pusuların kahpeliği dünya âleme anlatılsın. Bu yollar karnımıza çok yara düşürdü. Çok!...

Başkale’nin eteğinde hastane önü bu kadar adamın ağlamasına az şahit olmuştur. Her seferinde acıyı en çok kadınlar ve çocuklar ağlamaya çevirirdi fakat bu kez bütün olgun erkekler ağlıyordu, ağıt yakıyordu ve yukarı kafasını çevirip; “Xuda vo Xoşebi ka?” (hoşebi hani Allahım) evet bu soru altında ne kadar yüksek bir hüznü ve hesabı barındırıyordu anlıyordum. Şaşmıştım bu durum karşısında, konuşacak ve insanları teselli edecek tek kelime bulamadım. Onların kederine ortak olamadım durdum ve dondum. En son biri diyordu “Ezê gel bırayê xwe biçim”(ben de kardeşimle birlikte gideceğim).

Xoşebi, ismi kadar sevilen, ismi gibi hoş ve duruş sahibiydi. Gülmeyi dudaklarından sökmek çok kolaydı. Alnı buruşukken bile sevgiyi suratına asmayı unutmuyordu. Çevresini yiğit duruşuyla kolaçan eden saran sarmalayan bir havayı estirmişti. Yürüyüşünü hatırlıyorum: yarım bir yürüyüş, yarım bir gülüş ve dolu bir adam. Ailesine büyük bir bağlılığı vardı. Ölüm onu erken bir yaşta kalleşçe aldı.

Teneşir ve gassal onu yıkarken, bekleyiş esnasındaki manzara ise tam bir dramdı.

O sarışın çocuk, ışıklar altında bir o yana bir bu yana yürüyordu. Sanki içeride ki babasının şimdi ya da birazdan çıkacağını umar gibiydi. Bekler gibiydi. Anasını kaybeden kuzular gibi dolanması bir umut sözcüğü beklemesi kıvamındaydı. Hazırdı, bazen bir bakışla baktığı kapıdan çıkıp gelecek olan babasına sarılmak için. Sarışındı beyaz gömleğinin bütün düğmelerini açmıştı elleri tetikte, bir telaş içindeydi. Boynunda kare muskası, sarılsa gırtlağına ölümün boğacak gibiydi. Birkaç adımdan sonra omzunun üstünden kapıya gözünü dikiyordu. Babasının öldüğünü biliyordu. Ama ya çıkıp gelse yine yarım bir gülücük atsa yürüyerek eve gitseler düşündeydi sanki. Orada oturup saatlerce ağlamadan babasını bekleyen o sarışın çocuk hayata yalnız devam edecekti. Babası o beklediği kapıdan çıkıp gelecekti ama eve değil ebedi istirahatına çekilecekti. Artık onunla babasın arasında sadece sessiz bir iletişim olacaktı. Resimlerden belki, beklide anılarından alarak baba sevgisini dünyayı kurtaracaktı. Başka çocuklar babasız kalmasın diye.

“Ölürüm ölürüm kardeş
Aklım sendedir”

Ucu derinde bir acının yaratıcısı gassalın ellerinde yıkanırken. Üzerinden yaşamı atıp ölüme gömülecekken, o sarışın çocuk mert ve yiğit babasının teslimiyetine inanamıyordu. Az önce evlerinin önünde kopan kıyametin cennete dönmesini o kadar istiyordu ki… Benim gözlerim Cilo’nun üstüne çöken kara bulutlar gibi nem doldu. Şimdi o kudreti yakalayıp aslanlar gibi söyleyebilseydim ona babasızlığın ne kadar zor bir şey olduğunu, diyebilseydim yaşın kadardır ben de babasızım. Ama diyemedim.

Diyemedim, çünkü ben korkaktım. Boynumda hiç muskam olmadı benim. O çocuğu babasından ayıran yollar Temmuz’un kavuruculuğunda kavuruyordu insanları. Gece vedalaşırken Xoşebiden bir yıldız gökyüzünü keser gibi kaydı. Bizde ayrıldık gam yükümüzle oradan…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
23 Yorum
İrfan Sarı Arşivi