Ölümün çirkin yüzü
Çarşı merkezinde yürürken, aniden bir yoğunluk oldu trafikte. Korna sesleri, kaçışmalar yön değiştiren meraklı bakışlar derken devlet hastanesine doğru hızla giden bir araç göründü.
Trafik kazası ihtimali geçti kafamdan
İçime düşen kurt tasalandırdı beni hastaneye giden yolun kavşağına gelmiştim neredeyse, bir kaçışma ve korna sesiyle başka aracı da geriye dönerek görmüş oldum.
İyiden iyiye meraklanmıştım
Oradakilerle fikir telaki ederken. Fiskoslardan tahminler gelmeye başladı. Kimi bomba derken kimi trafik kazası kimine göre ölü yaralı vardı. Bu dedikodulardan sıyrılmak için hastanenin yolunu tuttum hastane önü dolup taşmıştı.
Kimse konuşmuyordu
Havaya sigara dumanı hâkimdi suratlardan hüzün, gözlerden yaşlar sorduğum insanların boğazına düğümlenen kaderi sökmek çok zordu. Bir an gözlerim gelenlere takıldı. Her gelen beraberinde talaş ve anlamsızlığı getiriyordu. Herkes canından bir parça canların yitmemesi için vermeye hazırdı. Ortalığa bir ölüm haberi yayılınca, siperdeki yaşlar hüznün seyrine göre yuvasından boşaldı, alınlar buruştu, az önceki durgun haller, ölüm acısına büründü kaçamak bakışlarla çevreyi yoklarken, deprem sonrası sokağa dökülen ve artçı korkusu bekleyen bu simalara, bu acıyı yaşatan mantığa beddua etmemek elde değildi diye geçti içimden.
Çıkıp o hüzünle olay yerine gittim
O olay yeri de çok kalabalıktı tarihi ipek yolunun kuzeyindeki evin bahçe duvarına açılan kocaman bir deliğin etrafında dolaşan görevliler zabıtlarına olayı işliyorlardı. Merkezi bir bakış yoğunluğu altında görevlileri seyreden sakinler mayın tarlasını andırıyordu. Şarapnel parçaları etrafa yayılmıştı.
Her bir parça ise günah yığını gibi iğrenç duruyordu.
İkinci bir ölüm haberi geldiğinde artık duygular kazanda kaynayıp fokurdayarak taşan köpükler gibi dışa vurdu. Kelimelerle pratikleşen bu duygular bu duyguların şaha kalkışı yaşanıyordu, kadın ağlamalarını ağıtlar destekliyordu.
Artık kalpler daha hızlı çarpıyordu
Kalpler durduktan bu yana! Yaşamak kadar güzel ve alımlı bir şeyin var olması lazımken bu kadar rezil ve paramparça ölüm sülietlerinin önümüze çıkması kabul edilemez. Bu kadar çirkin, bu kadar iğrenç, bu kadar acımasız olmak insan işi olamazdı.
Faşizmce bir isim konulmuştu çünkü
Güneşin usul usul yeryüzüne indiği bir gün, duvar dibindeki gölgelikte gelecek umudu üç çocuk rastgele savrulan bir merminin patlamasıyla masum bedenlerinden başka bir şeyleri olmadığı için hedefte kıyıma uğradılar. Biri olay yerinde canını şarapnel parçalarına teslim eder. Biri paramparça vücudunu inadına bırakmaz. Damarlarından durmadan kan akmasına rağmen o savunmasız yürek bedenini teslim etmemek için haykırır soluğunu bir akşamüstü çıyan zehrine teslim ederken musalla taşında uzuvlarının her biri isyana durmuş bir gün elbette diyordu sanki.
Bir diğeri ise direndi bir gün bir gün daha ve birkaç gün daha ve galip geldi bu kirli savaştan ve diyordu; "varsın beni öldürmeye çalışsınlar".
"Ciğerlerime nüfuslandığım havayı kirletsinler onlara inat gözlerimden havayı soluyacağım, nefesimi beynimden alırım" diyordu.
İki masum, savunmasız canı daha o yıl vermiştik biri zorla büyümüştü artık yaşının üstünde idealleri olmuştu. Korkmadan doğan, korkmadan büyüyen, korkmadan yaşayan, korkmadan ölen insan olmak için. İçine zehir katılan düşlerden sıyrılmak lazım.
Biraz insan olmak lazım