Vahşet değil mi?
Ansiklopedik bilgiler, Yüksekova"yı yazarken dağlar arasındaki çöküntü olarak izah eder. Bu coğrafik anlatımın zemin oturtmasıdır. Hakikaten bakıldığında etrafı dağlarla örülü ve genişliği 15, uzunluğu
2000 rakımlı bu çöküntü ovanın alüvyon toprakları maalesef geçmişten beri gerek kış koşulları ve gerekse yerleşik halkın gayretsizliğinden ötürü hemen hemen hiç kullanılamamıştır. Hele dağların eteklerine sırtını vermiş tepeler kullanılmayıp ovaya yapılaşmayı sağlayan serbest davranış akıl almaz vurdumduymazlıktadır.
Özellikle tarımsal ürünlerde geçmişten bu güne buğday ve nohut ekimi yapılmış bağ ve bahçe ekiciliğinde de domates, salatalık, fasulye ve ayçiçeği ev ihtiyacı kadar işlenmiştir. Ağaç ekimi neredeyse yok denecek kadar azdır. Cumhuriyet yönetiminin bu hususta gerekli kaynağı ve çiftçilik-ziraat eğitimi vermemesi de önemli bir etkendir.
Aslında yayla havası ve doğasıyla bezelidir Yüksekova
M.Ö. 7000"lere dayanan kesin bir tarihi geçmişi olan şehir, M.Ö. 1000"li yılarda Urartu Uygarlığı"na ev sahipliği yapmıştır.
Bu kadar köklü bir şehrin yaşayanları olarak bizlerin sorumlulukları olmalıydı. Günlük ve aylık sıcaklık farkları münasebetiyle çok gür çayır ve mera bitki örtüsüne sahip ova ve dağları besleyen toprağı ağaçlandırmak için bir çaba görülmemiştir. Herkes kendi kapsının önüne ektiği kavak ağaçlarıyla yetinmiştir.
Hani diyeceksiniz ki; bu kış koşullarına dayanacak orman ağacı mı var? Belki yoktur ama son yıllarda ekilen ağaç türlerinden bu topraklarda her tülü olmasa bile çok çeşidiyle ağaç yeşerdiği görülmüştür.
Yine diyeceksiniz ki; orman bile olsa ne fark eder zaten yakıp yıkıyorlar.
Gerek güvenlik ve gerekse yakacak odun olarak kesilen ve yakılan ormanlıkların son zamanlarda basına yansıyan inleyişini gördük. Hatta kendini bölgenin hakimi gören bazı kesimlerin asırlık sayılabilecek ceviz ağaçlarını kesip metropollere ticari kazanç için götürmelerine yardım ve yataklık eden kamu kurum kuruluşlarının buna dair sessizliği bugün bile bozulmamıştır. Bölgede yaşayan uygarlıkların belki günümüze mirası sayılabilecek bu ağaçların göz göre göre katledilmesine seyirci kalmak ne kadar insafsızcadır.
Ve o uygarlıktan yakın bir geçmişe kadar tertemiz miras kalan, Yüksekova'yı ikiye bölen Gever çayını kirleten insafsızlığa artık dur deme zamanıdır. Zengin olunca her hakkı kendinde mubah gören anlayış ve bu anlayışa konum hazırlayan yönetim tartmalıdır kendini. Artık ne kadar büyük bir üstünlük ve sorumluluk almış olduklarının bilinci ve duyarlılığı ile yenilenmelidirler.
Bununla birlikte programlı bir çevre temizlik projesini uygulayamayan mantaliteyi kabul etmemek gerekir. Olanaklar dâhili bir gayrete, ahali olarak bizlerde zorluk çıkarmamalıyız elbette. Özelikle Gever deresine attığımız çöplerden kendimizi sorumlu tutmalıyız. Bu sorumluluk kendimize karşı saygımızı, çevremize ve geleceğimize dairde anlayışımızı koyacaktır ortaya. Biz neden böyle olduk bilmiyorum. Kendi etrafımızı korumaktan neden bu kadar aciziz.
En çok ihtiyaç duyduğumuz ve bizim hayatta kalmamızın en büyük payesi suyumuzu kirlettiğimiz yetmiyormuş gibi birde bu suyun etrafına tabii olarak yetişen söğüt ağaçlarını kesmemiz ne kadar büyük bir vahşet.
Evet, yanılmadınız bu tarihi kent, şehir, ilçe ne derseniz deyin bu şehrin dere kıyılarında yetişen söğüt ağaçları ve çalılıkları önce kökünden yakarak sonrada satırlarla, baltalarla kesen insanlarla doldu.
Hem de Dedin köprüsü civarında
Hem de hepimizin gözleri önünde
Hem de Çevre ve Orman Bakanlığı"nın onca kanununun varlığı önünde
Yazsam ne fayda