Sevgiliye
Katran karası bir geceden boşalan kar taneleri çok sürmeden köyün üstünü kapattı. Beyaz tanelerden yansımalar ayak ucunu görmeye yarasa da adım atmayı bariz bir şekilde zorlaştırıyordu. Köpek havlamaları ve uzak kurt ulumaları figüranlığını yek yek devam ettiriyor.
Küçük pencereli ve alçak damlı evin tahta kapsının menteşeleri inleyerek karşıladı geceyi dolaşmaktan dönerken.
Islanmış sakonun, teneke sobadan çıkan ısıda kuruması odayı yoğun bir keçe kokusuna boğdu. Sobanın yanağı kızarmaya başlarken bir gök gürlemesi odaya doldu. Yolunu şaşırmış bu gök gürlemesinin merakına çift kanatlı kerpiç duvara gömülü pencerenin camından buğusunu silerek dışarı baktım ki yağmur da karışmış bu gecenin ahlakına
Nemli evin çürük kokusunda uyku, radyonun ara parazitlerine rağmen türküyü dinletiyordu geceye.
bir ay doğar ilk aksamdan geceden neydem neydem geceden
şavkı vurur pencereden bacadan
dağlar kış imiş yolcum üşümüş nasıl edem ben
uykusuz mu kaldın dünkü geceden neydem neydem geceden
uyan uyan yar sinene sar beni
dağlar kış imiş yolcum üşümüş nasıl edem ben
uyan uyan yar sinene sar beni
dağlar harami açma yaramı perişanım ben
Belli ki; Türkünün çağıran sözleri bir kadının sesinden hüküm etmişti yılların gerisinde kalanlara.
Düşten uyanışımın ve o düşten kaçışımın, zamanın dermansızlığında azdığını rüyamda görecektim.
Görecektim ki ayaklarımıza inen karasulara rağmen, yırtılan gökyüzünden boşalan yağmurda saatlerce ıslanırdık. Mevsimler nasıl ki yolunu şaşıran yağmurları gök gürlemeleriyle taşıyorsa geceye öylede olmayacak bir aşkın yazgısını ıslatıyordu.
Eller parmakları kelepçelemiş ve gözler hükmünü yüreğe okuyordu. Hükmün, başka kök üstüne açan çiçeğe keskinliği, çakan şimşeğin şavkı kadar kısa ve kesindi.
Gördüm ki; bahara can katan yağmurların mevsiminde doğacak çiçeklerin gözleri önünde sırılsıklam bir bağlılığın son sözleri yine ıslak ve hançeriydi.
Kara iri gözlerini o yağan yağmurda çalmıştım.
Çalmıştım çünkü hükmettiği yüreği tanıyordum, bir daha hiçbir yüreği hançerlememsi için kapatmıştım bahtıma.
Ancak, vedalaşırken ipil ipil yağmur, siyah beyaz bir son buğu bırakmıştı
Dün gece sevgili, senden çok uzaklarda bir rüya gördüm. Bilmeni ne çok isterim. Şu an yazdığım unuttuklarımın yanında bir katre kalır. Eğer ulaşırda bu mektup ellerine bil ki o kara iri gözlerini azat eyledim. Çünkü anladım ki onları çaldığım günden beridir kendimi seneden çalmışım.
Bir insan kendini sevdiğinden nasıl çalardı?
Bir daha görmek için o rüyayı kaç defa gözlerimi kapadım yazamam. Onca yıldan sonra sana bu kadar yaklaşmam için yolunu şaşırmış bir yağmur Bir gök gürlemesi Ve çakan bir şimşeğin şavkını görmem gerekiyormuş meğer.
Bilsen mevsim çocuk masumluğu ile seni nasıl getirdi bana Dün gece kar kıyametleri kopardı beni bu saçaklı evin içine sokabilmek ve bu rüyayı görmem için.
Şimdi ben sana bu satırları harita metot bir defterin sayfalarına bizim evin tek kalemi olan kurşun kalemle dün geceki saliselik rüyamı yazıyorum.
Birazdan tahta kapıyı menteşelerin acı çıkaran sesleri eşliğinde açacam ve ceviz ağacı kürekle kapıma yığılan karları küreyecem, bir yol aralayacam uzun
Gel
Küçük pencereli ve alçak damlı evin tahta kapsının menteşeleri inleyerek karşıladı geceyi dolaşmaktan dönerken.
Islanmış sakonun, teneke sobadan çıkan ısıda kuruması odayı yoğun bir keçe kokusuna boğdu. Sobanın yanağı kızarmaya başlarken bir gök gürlemesi odaya doldu. Yolunu şaşırmış bu gök gürlemesinin merakına çift kanatlı kerpiç duvara gömülü pencerenin camından buğusunu silerek dışarı baktım ki yağmur da karışmış bu gecenin ahlakına
Nemli evin çürük kokusunda uyku, radyonun ara parazitlerine rağmen türküyü dinletiyordu geceye.
bir ay doğar ilk aksamdan geceden neydem neydem geceden
şavkı vurur pencereden bacadan
dağlar kış imiş yolcum üşümüş nasıl edem ben
uykusuz mu kaldın dünkü geceden neydem neydem geceden
uyan uyan yar sinene sar beni
dağlar kış imiş yolcum üşümüş nasıl edem ben
uyan uyan yar sinene sar beni
dağlar harami açma yaramı perişanım ben
Belli ki; Türkünün çağıran sözleri bir kadının sesinden hüküm etmişti yılların gerisinde kalanlara.
Düşten uyanışımın ve o düşten kaçışımın, zamanın dermansızlığında azdığını rüyamda görecektim.
Görecektim ki ayaklarımıza inen karasulara rağmen, yırtılan gökyüzünden boşalan yağmurda saatlerce ıslanırdık. Mevsimler nasıl ki yolunu şaşıran yağmurları gök gürlemeleriyle taşıyorsa geceye öylede olmayacak bir aşkın yazgısını ıslatıyordu.
Eller parmakları kelepçelemiş ve gözler hükmünü yüreğe okuyordu. Hükmün, başka kök üstüne açan çiçeğe keskinliği, çakan şimşeğin şavkı kadar kısa ve kesindi.
Gördüm ki; bahara can katan yağmurların mevsiminde doğacak çiçeklerin gözleri önünde sırılsıklam bir bağlılığın son sözleri yine ıslak ve hançeriydi.
Kara iri gözlerini o yağan yağmurda çalmıştım.
Çalmıştım çünkü hükmettiği yüreği tanıyordum, bir daha hiçbir yüreği hançerlememsi için kapatmıştım bahtıma.
Ancak, vedalaşırken ipil ipil yağmur, siyah beyaz bir son buğu bırakmıştı
Dün gece sevgili, senden çok uzaklarda bir rüya gördüm. Bilmeni ne çok isterim. Şu an yazdığım unuttuklarımın yanında bir katre kalır. Eğer ulaşırda bu mektup ellerine bil ki o kara iri gözlerini azat eyledim. Çünkü anladım ki onları çaldığım günden beridir kendimi seneden çalmışım.
Bir insan kendini sevdiğinden nasıl çalardı?
Bir daha görmek için o rüyayı kaç defa gözlerimi kapadım yazamam. Onca yıldan sonra sana bu kadar yaklaşmam için yolunu şaşırmış bir yağmur Bir gök gürlemesi Ve çakan bir şimşeğin şavkını görmem gerekiyormuş meğer.
Bilsen mevsim çocuk masumluğu ile seni nasıl getirdi bana Dün gece kar kıyametleri kopardı beni bu saçaklı evin içine sokabilmek ve bu rüyayı görmem için.
Şimdi ben sana bu satırları harita metot bir defterin sayfalarına bizim evin tek kalemi olan kurşun kalemle dün geceki saliselik rüyamı yazıyorum.
Birazdan tahta kapıyı menteşelerin acı çıkaran sesleri eşliğinde açacam ve ceviz ağacı kürekle kapıma yığılan karları küreyecem, bir yol aralayacam uzun
Gel