Sevda
Desem aşkın ağırlığı kadar uzun bir acı içindeyim, biliyorum çok uzaktasın ve acımı yüreğinin en akşamüstünde his etsen de duymayacaksın.
Berbat bir özlemin çarkında olduğumu bilmeni istiyorum yinede. Gördüğüm iğne ucu kadar ışığa ağrılarım ve sızılarımla yürümeye gayret edeceğim yinede. Biliyorum bu bulutların altından batan gün gibi bir şey değil yeniden doğsun, bu bir daha hiç doğmayacak bir aydınlığın kayboluşunun hikâyesidir.
Şimdi delik deşik duygularla yara mektup yaz diyor içerimde bir ses
O sesin peşindeyim, kalemimde eriyen bir yangın
Soluduğum yoğun duman, ciğerimden el alıp çıkar telaşla yukarı. Sana gitme diyemedim, diyemedim çünkü tanrı şahittir ki konuşacak gücüm kalmamıştı.
Saymak mümkün olsa güldüğün her defayı, yine mümkün olsa güneşin suretine sürmeliydim. Sürmeliydim ki her doğanda güneş seni yeniden içime çekebileyim diye.
Sevdiceğim eğer gözlerim kapalı düşüne dalıp gidebilseydim, yani eğer ardından ağlamadan durabilseydim bir zaman, işte o vakit düşünür kapalı gözlerimin ardında mayıs ayının yüzü suyu hürmetine yemeden içmeden aşkını yaşardım. Ama mümkün olabilse keşke.
Ellerini, ellerini de çok özledim.
Avuçlarımız yüzükoyun birbirine baktığında sıcacık bir akşamüstü gibi sarılırdı geceye. Saatlerce yürüsek, dünya kadar mesafe kat etsek o eller hep sevdalıydı ellerime. O eller içinde bir akım gibi süzülürdü yüreğe ve hep kalbimi çarpardı kendine.
Kalbim son sevdiğini ne çok özledi bir bilsen, belki çıkar gelirdin kim bilir.
Ve gözlerini, su gibi akan gözlerini, kıyısından yeşil gölgeleri içine alan renkli bir nehir gibi süzülen gözlerinin yokluğunu anlatamadım içerime, yaşadığım her saniye menekşe gözlerinde yaşadım, ama dilimin zembereğini savuramadım anlatmak için yüreğime.
Şimdi öyle uzaksın ki; uzatsam ellerimi boş kalacak ve kenetlenmeyecek ellerin elime ve akmayacak gözlerin dünyama.
Koruyan ve kollayan bakışların tanrısaldı. İnanarak bakıyordun inanarak sevdiceğim. En derini bakışlarında mağrur bir duygu ve önüne geçilemeyecek kadar sevdalı bakışların şimdi çok uzak.
bütün masalları tutuştu çocukluğumun
acıyı bir mayın gibi gömdük toprağa
şimdi alevlerle yazılıyor güncemiz
göçüyoruz
yürek bir yangın yeridir artık
kalmadı ardımızda su dökenimiz
Bu sevda tek başına kaldı, tek başına parya!
Köşe başlarının hüzün sağanaklarıyla tek başına gecelere nöbet bırakan rütbesiz, sancılı bir hancı.
Bu bir şarkının nakaratının unutulduğu andır. Bakabildiğim kadar uzun bakıyorum ve yokladıkça hafızamı göremediğim bir andır. Sen ne haldesin onu da düşlemek olmuş bütün gayem. Düşümün her yerinde toprağın seni içine haps etmesi var. Canımı alıyor bu düşler. Bir gidiş bu kadar hazin olamaz ve bu kadar acımasız. Bir daha görememek cezadır kırılan kalemin resim ettiği ceza. Yalnız bu sevdanın iki ayağı olunmuyor sevdiğim, çaresiz sevdayı koyup bu yerde ardına düşüp gelmek var her halükarda.
Sen orda yalnız korkmamalısın ve ürkmemelisin çünkü ben toprağı avuç avuç tembihledim. Sabahlardan akşama kadar ve hatta kör gecelerde toprağı tenimde avuttum. Dedim sonra ona eğer bir tek parçası toprak olursa bedeni sevdiğimin bil ki seni ellerimle parçalarım ve seni en ağır ateşlerde yakarım bir yaralı sevdalının ahı çok tutar ve dünya kadar kocamandır.
Korkma bir tanem bu yalnızlık bitmiş olacak yakında.
Aşkla, sevdayla kal şimdilik.