Poz ê “Misilmanan” bi şewite! *
“Ben Arap’ım. Fakat Arap benden değildir.”
Hazreti Muhammed
Zulme karşı direnme geleneğinin öteden beri öne çıktığı ve bilindiği şehirde yılın ilk günlerinden birinde “Diyarbakır’dan Gazze’ye Dayanışma Girişimi”nin toplantısı vardı.
27 Aralık 2008 akşamı “Gazze Şeridi”nde önce havadan sonra da karadan başlatılan İsrail harekâtının; “İnsani, vicdani ve ahlaki” anlamda karşı duruşu gerekçesiyle şehrin tepkisinin nasıl dile getirileceği tüm sivil toplum örgüt temsilcilerinin katılımıyla konuşuluyordu.
Düşünceler paylaşılırken en manidar konuşmayı Diyarbakır Din Adamları Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (DİAYDER) yöneticilerinden biri yaptı. Bu takdirimi, toplantı çıkışında da konuşmayı Kürtçe olarak yapan Seyda’ya dile getirdim.
Seyda, dedim. “Gotinê te pir rast bu!” Yanıtı daha manidardı: “Ne tenê Misilmanan. Berî ya pozê Misilmanan bi şewite. Paşî jî, pozê Êreban bi şewite!”
İşin doğrusu anılarım beni 35 yıl öncesine Ankara’da Mülkiye öğrencisi olduğum yıllara götürdü. O dönemde sadece Mülkiye öğrencileri değil, sol ve demokrat düşünceye sahip diğer yüksekokul öğrencileri de çok okurdu. Okumayla ilgili olarak da uğrak yerimiz Ankara’nın Zafer Çarşısı’ydı. Aradığınız her kitabı bulmak mümkündü.
Biz, Kürt öğrencilerin uğrak yeri olan kitabevleri vardı. Bir Diyarbakır entelektüeli Remzi İnanç’ın Toplum Kitabevi, Erdost kardeşlerin Sol Yayınevi, bir de o günlerde namı diğer “Troçkist Ümit”in (Ümit Fırat) Barış Kitabevi’ne sıkça giderdik. Her daim kitap alamasak da oralara o yılların popüler şahsiyetlerinin uğradığını bilir, ayaküzeri de olsa o şahsiyetlerle birkaç kelam etme fırsatımız olurdu.
Mesela ben Ahmed Arif’i, İsmail Beşikçi’yi ve daha nice şahsiyeti o kitabevlerinde tanıdım, tanıştım. Bir gün sevgili Beşikçi Hoca’yla konuşurken “Enternasyonalizm” konusu gündeme gelmişti. Hoca, Fransız işçi sınıfının da Irak Kürdistanı konusunda sorumluluklarının olduğundan söz ediyordu.
Diyordu ki; “İspanya içsavaşında Cumhuriyetçilerin mevzilerine Faşistler uçaklarla bomba yağdırdığında çoğu kez bombalar patlamıyordu. İspanyol devrimciler bombaların başlığını açtıklarında ‘İtalyan işçi sınıfından İspanya işçi sınıfına selam’ yazıları çıkıyordu. İşte, enternasyonalizm böyle bir şeydir. Eğer Irak Kürtleri, Fransız malı uçak ve bombalarla katlediliyor ve Fransa işçi sınıfı da bu katliama tepki göstermiyor aksine o bombaları üreterek bu artı değerden pay alıyorsa, bu katliamda onların da payı vardır” mealindeki Beşikçi Hoca’nın sözlerini bugün de anımsıyorum.
İşin açıkçası Irak Kürdistanı’nda 1987-88 yıllarındaki Enfal Katliamı’nda 182 bin ve devamı niteliğindeki 16 Mart Halepçe Katliamı’nda da en az beş bin Kürt katledilmişti. O Kürt katliamında; ne o günlerde ne de sonrasında yıllarca Filistin gerilla kamplarında enternasyonalizm adına kendilerine destek olunan “Devrimci Araplar” Kürtlere yapılanlara karşı tepkilerini hiç mi hiç dile getirmemişlerdi.
Aksine “Baas ırkçı milliyetçiliği” adına Arap Birliğini savunmuş, hatta o yıllarda ağızları kulaklarında eli kanlı Kürt katili Saddam’ın elini sıkmış muhabbetle kucaklaşmışlardı. O görüntüleri ve o günleri hiçbir Kürt’ün unutması mümkün değil… Bu nedenle de özellikle Araplar adına siyaset yürütenlere karşı, buruktur Kürtler…
İşin açıkçası bugün Filistinli, Gazzeli yoksul sivil Araplar öldürülüyor. Sivil ve yoksul Araplar ölüyor. Ve Arap dünyası, başta da Mısır kendi kavminin acısına kulaklarını tıkıyor, farkında mısınız?
Yara, acıyan yerinden, insani damarından kanıyor. Ve acının en katmerlisini yine acıyı yaşayan halk, yani Kürtler biliyor. Hem de dünyanın hiçbir yerinde örneği olmayan bir kentsel sahiplenmeyle acıyı yaşayanlarla dayanışmak istiyor. Siyaset ayrımı yapmaksızın şehrin bütün sivil bileşenleri bu dayanışmada birlikte oluyor.
İşte kanımca Kürt’ün farkı budur. Hiçbir güç, bugüne dek halkların mücadelesi adına Kürt halkının mücadelesine destek olmamış Arap kavmi için, “siyaseten” benim yanlarında olmamı beklemesin. Ama insani, vicdani ve ahlaki gerekçelerle, elbette yoksul ve mazlum Filistinli, Gazzeli Araplar’ın katledilmesine dur demeliyiz…
* Bu yazıyı 5 Ocak 2009 tarihinde yazmışım. Geçtiğimiz günlerde biz Kürtlerin Rojava ya da Suriye Kürdistanı dediğimiz, Türk yaygın medyasının ve resmiyetin ise Kuzey Suriye demekte ısrar ettiği coğrafyada yüzlerce sivil birkaç gün içinde katledildi. Üstelik çoğunluğu çocuk, yaşlı ve kadındı katledilenlerin.
Yaygın medyayı izledim. Mısır’da yaşananlara karşı protestoları olanca görkemi ile teşvik edercesine veriyorlardı. Suriye Kürdistanı’ndaki vahşetin adı bile anılmıyordu. Hafızam beni zorladı. Ve Müslümanlıkta bile ayrımcılık yapanların nesine inanıp güvenilecek ki diye düşündüm. Ve yukarıdaki yazımı bir kez daha anımsayıp paylaşmak istedim.