Ona
Kara iklimin yurdundan
yanık tenli çocuklara
vedan için olsun
bu şiir
şehirli kızların
pozlarını
fotoğraf makinelerimize
çektiğin
günlerin ardından
TRT filmlerinden öpüşmeyi
keşif edenlere
el salladın ya
kilometre taşı olmayan yolların
zamanlarından
avuçlarında kendini
zanneden toyların
hayallerini
şehirlerin kaburgalarından
sıra sıra
keskin bir hançer gibi
geçiren
gidişine ya da
o kadar alışmıştı ki
evlerimizin kerpiç duvarları
yüzüne
o kadar olsun
tutunup pencerenin şişine
bir mahkum gibi izlerken
pembe pantolonlu halini
bir kuş olup konmak isterlerdi
saçlarına
ve
kızlar aşık olurdu ağıl
yolunda sana
ve senden sonraki baharlar
çiçeklerinin boynunu sana
doğru eğerdi
hani sen deniz
suyuyla oynaşıyorsun diyedir
demiyorum
buralarda yangın
kuyrukları var
gitme diyemezlerdi
çünkü seni onlara bağlayan
hiçbir elektrik
türü yoktu
örneğin bir hatıra defterleri
yada senin hatıra defterine
yazacakları
bir el yazıları
hatta
el yazılarını yazacak
dolmakalemleri
hiç olmamıştı
ne bileyim işte
sırada derste sınıfta
çarpışmadılar hiç seninle
bakışların keskindi
gözlerini uçuruyordu onların
sen Mozart severdin
onlar Abdullah Papur
Emel Sayın'la rüzgar estirirdin
onlar Ayşe Şan'la efkarlanırlardı
içlerine her birinin
yangın
ufacık yaralarına
bir tutam tuz
bedenlerinde
boş bir kavanoz
bıraktın
bakışları hep uzaktı
dağların arasından
bulutların üstünden
tesadüfen geçen
uçaktan
el sallanmasını
umarlardı
sonra dikildiler
otobüs yazıhanelerine
çünkü tren garları da yoktu
çok sonra
bir gazetenin orta sayfasında
bir küçük resim
kanlı resim
gelincik renginde
ve bir kaç kara satırı
boyunlarında
kolye olarak
bıraktın