Kenti yeniden imar etmek mi dediniz!
Bir haftadır şehrin her bir yerindeki bilboardlarda Başbakan’ın şehre bir ay arayla ikinci gelişi üzerine bez afişlerdeki “hizmetler / icraatlar”ın duyurularını okuyoruz. “Gazi ve Melikahmet caddelerinin yeniden” hizmete açılması, “Diyarbakır evlerinin restorasyonu”, “Dicle vadisi birinci etap projesinin tamamlanması” ve diğerleri…
Kentin insanlarıyla birlikte topyekûn yıkım ve felaket sonrası travmatik bir haleti ruhiye içinde olduğunu artık bilmeyen kalmadı. Sanırım bu “hâli” bir daha örnekleyip yazmanın pek de anlamı / kıymeti harbiyesi de kalmadı.
Ama şunun altını kalın çizgilerle çizmekte yarar var. Ya da bir kez daha anımsatmakta yarar var. Eski Şehrin (suriçinin) doğu yakasındaki altı mahalle yaklaşık 18 aydır “yasaklı”. O mekânsal manada mahalle, sokak kültürü dahi kalmayan “mahalle” ve “sokaklar”a hâla girilemiyor.
Öncesinde “hendekli-barikatlı” hâl gerekçesiyle “sokağa çıkma yasağı” konulmuştu. Yaygın ve gündelik “dile düşen” gerekçe şuydu: “Hendek, barikat olmasaydı bütün bunlar olmazdı…”
Ama eski kentin batı yakasında hiç hendek, barikatlı bir durum yaşanmamıştı ki!
E şimdi oralarda da doğu yakadaki yıkımlar benzeri bir hâl bir aydır yaşanıyor(du).
İster istemez hendekler, barikatlar nedeniyle kısmen muktedire “hak veren” hatta seçimlerde “oyunu da veren” halktan kimi insanlar bu bölgede “Alipaşa, Lalabey mahallelerindeki” kentsel dönüşüm altındaki yıkıma tepki gösteriyorlardı.
Yıkımı gerçekleştiren Şehircilik Bakanlığı ise 2012 yılındaki Büyükşehir Belediyesi yönetiminin “kentsel dönüşüm” kararları çerçevesinde bu yıkımı gerçekleştirdiklerini dile getiriyorlar(dı).
Şimdi tabi kentsel dönüşüm çerçevesinde amorf, şekilsiz, sit alanı içindeki kültürel ve tarihi dokuya aykırı yapıların yıkılması konusunda kimsenin bir diyeceği olmaz / olmamalı.
Ama şu konuda bir diyecek olmalı. Yasaklı mahallelerde de çatışmalı hâl (savaş) sonrası yıkım öncesi dönemde “tarihi ve kültürel mirasa dâhil eserlere dokunulmayacağı” dillendirilmişti. Hem de en yetkili ağızlarca…
Sonuç ne mi oldu?
Koca bir hiç. Güvenlik politikaları mucibince genişletilmesi gereken yolların önüne düşen ne tür yapı varsa, dümdüz edildi.
O halde soru orta yerde duruyor. Böylesine çok kötü bir örnek uygulama orta yerde duruyorken! Hiç hendek, barikat olayı yaşamamış / yaşatılmamış mekânlarda yürütülen yıkım esnasında yasaklı bölgedeki uygulamalara benzer durumlar yaşanırsa ne olacak! Bunun hesabı kitabı nasıl verilecek! Zaten OHAL uygulaması olanca “genişliği” ve “rahatlığı” ile sistemleşerek uygulanıyorken!
Alipaşa ve Lalabey Mahallerinin ve çeperlerinin sakinleri şimdilik elektrik, su kesintileri gibi “mağduriyet ve mazlumiyetleri” üzerinden bir “muhaliflik” sergiliyorlar. Ama asıl olan binler yıllık surların yüreğindeki “tarihi ve kültürel miras”tan çok cılız sesler dışında henüz söz eden yok!
Mesela UNESCO, Tarihi Kentler Birliği, ÇEKÜL Vakfı yine suskun. Hadi diyelim ki, o çatışmalı savaş hâli döneminde, bizce değil ama kendilerince “anlaşılır” bir gerekçileri vardı: Diyarbakır’a gelmemek, konuşmamak, açıklama yapmamak üzerine! Peki, şimdi niye konuşmuyorlar. En azından şunu diyebilirler devlete: “Hadi yerel dinamiklerle, stk’larla, kanaat önderleriyle konuşmuyor danışmıyorsunuz! Bari bizimle konuşun” diyebilirler. Demiyorlar.
Öbür yandan kentin Gazi caddesinde ve Çarşîya Şewitî’de işyerlerinin bazalt taş ve ahşap dokudan cephe giydirmeleri yapılıyor. Açık söylemek gerekirse öncesinin salkım saçak, adeta konar-göçer işyeri görüntülerini anımsayınca daha eli-yüzü düzgün bir hâl olduğunu ifade etmeliyim. Hemen bütün işyerlerinin dış cepheleri “standart-tektip” gibi birbirlerine benzese de zaman içinde her işyeri kendi renginin vurgusunu işyerinin bir yanına nakşeder, sorun değil.
“Diyarbakır Evleri” konusu, tam bir muamma! Henüz yıkılmamış ama ciddi restorasyona ihtiyaç duyulan evlerin nasıl restore edildiğini ve hangi bilimsel teknik kurul marifetiyle yapıldığı / yaptırıldığı konusunu hiç bilmiyoruz. Ayrıca tümüyle yıkılan Diyarbakır Evlerinin yerine yeniden “Diyarbakır Evi” yapma meselesi ise çok tartışıldı ve hayli tepki aldı.
Bu başlık altında son söyleyeceğim konu ise; “Dicle Vadisi 1. Etap Projesi” ve Ongözlü Köprü etrafındaki yapılaşma!
Son üç aydır Ongözlü Köprünün Kırklar Dağı etekleri yakasında Şehircilik Bakanlığınca son hız bir yapılaşma sürüyor. Şimdi bu yapılaşma “niye” diye sorsam, o yapıların içinde bir de cami-mescit karışımı yapıyı örnek gösterip “cami yapılmasına karşı mı çıkıyorsun?” diye sorguluyacaklar adım gibi eminim.
Hâlbuki mesele bu değil! Bir yandan Kırklar Dağı üzerindeki o “ucube” çok katlılara karşı çıkılacak! Öte yandan Dicle havzasındaki yapılaşmalara bir “ön özendirme” olarak kabul görecek yapılaşmaya hızla evet diyeceksiniz. Olmadı. Hem de hiç olmadı. Demedi demeyin! Dicle vadisi boyunca zaten uzun bir süredir “fiili ticari işgal” vardı. Son örneği köprünün ilk ve son ayakları dibindekiydi, kısmen engellendi. Ama bundan sonra o “işgaller” devletin yapılaşma politikası gerekçe gösterilerek hızla Dicle boyunca yaygınlaşarak artacak benden söylemesi.
Kırklar Dağı’na gelince bu satırları yazarken henüz Başbakan konuşmamıştı, programı akşama doğru. Siz bu yazıyı cumartesi okuduğunuzda Başbakan sözünü kelamını etmiş olacak. Diyarbekir’deki fısıltı gazetesi “Kırklar Dağındaki çok katlı yapılar”ın yıkımı ve kaldırılması için bir karar alındığı ve ciddi bir kaynak ayrıldığı yönünde… Kent kamuoyunun yaygın bir kesiminin kentin sicilindeki algı nedeniyle “Tarihi ve Kültürel Miras” açısından o yapılaşmalardan hayli rahatsız olduğunu biliyoruz. İzleyecek, göreceğiz.